10 Aralık 2012 Pazartesi

KARDANADAM


Kış gelmiş ve küçük köyümüz her sene olduğu gibi bu kez de beyaz bir gelinliğe bürünmüştü. En sevdiğimiz mevsimdi kış. Çünkü; baharda tarlalarda çalışmaya başlar, yaz boyu kara toprakta terlerdik. Sonbaharda da son hazırlıklarımızı yapar ve kışa girerdik. Bu karlı mevsimde çalışmak yoktu, sıcacık sobalarımızın başında oturup ısınır ve büyüklerimizin keyifli muhabbetleri dinlerdik. Bu soğuk mevsimin en büyük eğlencesi, kar oyunlarıydı. Oyunlarımız içinde, kartopu savaşları, kardanadam yapmak ve kendi yaptığımız kızaklarla kaymak vardı. Her sene, çocuklar olarak en büyük kardanadam yapma yarışması düzenlerdik aramızda.
      Bir hafta sonu, sabahın erken saatlerinde arkadaşlar kapımıza gelerek beni çağırdılar. En büyük kardanadam yapma yarışmasına bir grup olarak katılacakmışız. Sevinerek yanlarına koşturdum. Anneme seslenerek haber verdim ve güle oynaya yarışmanın yapılacağı harman yerine doğru yola çıktık. Diğer gruplar çoktan gelmiş ve işe girişmişlerdi bile. Biz de hemen harekete geçtik. Önce, küçük bir tepecik oluşturacak kadar kar topladık ortaya. Sonra bu tepeciğe şekil vermeye başladık. Yavaş yavaş, dev bir alt gövde oluşmuştu. Öğlene doğru ortada yuvarlak bir orta-gövde de şekillenmişti. Köyün camiinden ikindi ezanı yükselirken bizler kardan “dev” ‘imizin o kocaman kafasını bitirmek üzereydik. Kafa bitti ve evden getirdiğimiz büyük bir havucu, burun olarak o koca kafanın ortasına sapladık. Kapı komşum da cebindeki bir poşetten çıkardığı kömürlerle kardanadamımızın gözlerini ve düğmelerini yaptı. Eski bir boyun atkısıyla, yazdan kalma hasır şapkayı da eserimize “giydirince”, ortaya dev ve komik bir mafya babası tipi çıkıvermişti. Diğer gruplar da işlerini bitirmişlerdi. Hemen oracıkta oluşturduğumuz bir “yarışma jürisi”, bizim kardanadamımızı bu senenin en büyüğü olarak seçti. Bugün bizim bayramımızdı. Uzun uzun eserimize baktıktan sonra, artık akşam epey yaklaştığı için evlerimize döndük.
      Eve gelince bizimkilere zaferimizi anlattım hemen, onlar da gülümseyerek karşılık verdiler, babam bir çukulata parası bile verdi, bu da benim için artı bir mutluluk olmuştu. Gece çökmüştü, yemeğimizi yemiş ve kestane kebap yapmak için ev halkı olarak soba başına toplanmıştık. Sobayı adam akıllı kızdırmak gerekiyordu, bu durumda evimizin hemen yanıbaşındaki odunluktan yakacak alma işi bana düşmüştü. Odun kovasını kaptım ve sokak kapısını açarak ayaz geceye doğru ilk adımımı attım. Sakaltutan denen bir soğuk vardı dışarıda. Evimiz, harman yerine bakıyordu. Bir an için gözüm kardanadamımızın olduğu yöne takıldı kaldı. Çünkü; eserimizin olduğu yere doğru gökyüzünden belli belirsiz beyazlıkta ama “soğuk” görünümlü bir ışık iniyor gibiydi. Gecenin, ayazın ve beyaz karın etkisiyle bir göz yanılması olduğunu düşündüğüm ve oldukça üşüdüğüm için üzerinde pek durmadım, odunları kovaya doldururken de unuttum gittim. Eve girdim, odunları sobaya attık, kestanelerimizi pişirdik, yedik ve yattık. Oldukça yorgun olduğum için, hemen uyumuştum.
      Gecenin yarısında kan ter içinde uyandım. Korkulu bir rüyâ görmüştüm. Rüyamda, bizim kardanadam bir canavara dönüşüyor ve sivri buz parçalarıyla önüne gelenin kalbini deşiyordu. Bizler, köyün bütün çocukları da ondan kaçıyorduk. Ben, en arkada kalmıştım. Deli gibi koşarken buz gibi bir el sağ ayağımdan yakaladı beni ve yere yuvarlandım. Dev kardanadam, iri parmakları arasında tuttuğu sivri buz parçasını tam kalbime indirirken, uyanmıştım. Şaşkın şaşkın ve körük gibi nefes alarak yatakta öylece oturdum kaldım. Bizimkiler uyuyordu. Korka korka pencereye yaklaşıp perdeyi açarak harman yerine baktım. Daha önce gördüğüm ışık yoktu. Yatağa geri döndüm. Korkulu rüyâmı ve gördüğümü zannettiğim o ışığı düşünürken, çocuk bedenim yeniden uykuya doğru kayıvemişti.
      Birtakım gürültülerle sabahleyin uyandım. Koşuşturmalar, bağırtılar geliyordu kulağıma. Annem sokak kapısının önündeydi, hemen giyinip fırladım kapıya doğru. Tam dışarı çıkacakken, annem kolumdan yakaladı beni ve kızdı. Sabırsızca kurtulmaya çalışırken, neler olduğunu da sordum ona, harman yerinde birkaç köylünün öldürülmüş olduğunu söyledi. Jandarma da gelmek üzereymiş. Aklıma, geceki ışık ve korkulu rüyâm geldi ama, yok canım, ne alakâsı vardı? Ben de hayal gücü yüksek biriydim zaten.
      Jandarmalar geldi. Bir fırsatını bulup, anneme gözükmeden harman yerine kaçtım. Bizim kardanadamın olduğu yerde bir kalabalık vardı. Oraya yaklaşınca, karların kızıl kanlara boyanmış olduğunu gördüm. Jandarmalar ve köylüler arasından görebildiğim kadarıyla, yerde üç-dört adam vardı ve ölüye benziyorlardı. Dün gece kaz avına çıkan köylü avcılardı bunlar konuşmalardan duyabildiğim kadarıyla. Kardanadamımızın vücudu da kanlıydı. Dün gülümsermiş gibi dizdiğimiz kömürler, bugün kötü kötü bakıyormuş gibi geldi bana. Kalabalığa biraz daha yaklaştığımda gördüğüm şey, beni karların üzerine yığmaya yetiverdi! Kardanadamın vücudunun sağ ve solunda sivri ve uçları kanlı, mızrak gibi ileri uzanmış buz parçaları vardı! Jandarmanın yaptığı araştırmalar sonuçsuz kalmıştı, katil veya katiller bulunamamıştı. Ama, ben katilin kim veya ne olduğunu artık çok iyi biliyordum. Ve o günden sonra asla kardanadam yapmadım.

                                                                     

                                                                                                                   Mahir ÖZDİLEK
                                                                                                                    12.12.2002

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder