Kış
gelmiş ve küçük köyümüz her sene olduğu gibi bu kez de beyaz bir gelinliğe
bürünmüştü. En sevdiğimiz mevsimdi kış. Çünkü; baharda tarlalarda çalışmaya
başlar, yaz boyu kara toprakta terlerdik. Sonbaharda da son hazırlıklarımızı
yapar ve kışa girerdik. Bu karlı mevsimde çalışmak yoktu, sıcacık sobalarımızın
başında oturup ısınır ve büyüklerimizin keyifli muhabbetleri dinlerdik. Bu
soğuk mevsimin en büyük eğlencesi, kar oyunlarıydı. Oyunlarımız içinde, kartopu
savaşları, kardanadam yapmak ve kendi yaptığımız kızaklarla kaymak vardı. Her
sene, çocuklar olarak en büyük kardanadam yapma yarışması düzenlerdik aramızda.
Bir hafta sonu, sabahın erken saatlerinde
arkadaşlar kapımıza gelerek beni çağırdılar. En büyük kardanadam yapma yarışmasına
bir grup olarak katılacakmışız. Sevinerek yanlarına koşturdum. Anneme
seslenerek haber verdim ve güle oynaya yarışmanın yapılacağı harman yerine
doğru yola çıktık. Diğer gruplar çoktan gelmiş ve işe girişmişlerdi bile. Biz
de hemen harekete geçtik. Önce, küçük bir tepecik oluşturacak kadar kar
topladık ortaya. Sonra bu tepeciğe şekil vermeye başladık. Yavaş yavaş, dev bir
alt gövde oluşmuştu. Öğlene doğru ortada yuvarlak bir orta-gövde de
şekillenmişti. Köyün camiinden ikindi ezanı yükselirken bizler kardan “dev”
‘imizin o kocaman kafasını bitirmek üzereydik. Kafa bitti ve evden getirdiğimiz
büyük bir havucu, burun olarak o koca kafanın ortasına sapladık. Kapı komşum da
cebindeki bir poşetten çıkardığı kömürlerle kardanadamımızın gözlerini ve düğmelerini
yaptı. Eski bir boyun atkısıyla, yazdan kalma hasır şapkayı da eserimize
“giydirince”, ortaya dev ve komik bir mafya babası tipi çıkıvermişti. Diğer
gruplar da işlerini bitirmişlerdi. Hemen oracıkta oluşturduğumuz bir “yarışma
jürisi”, bizim kardanadamımızı bu senenin en büyüğü olarak seçti. Bugün bizim
bayramımızdı. Uzun uzun eserimize baktıktan sonra, artık akşam epey yaklaştığı
için evlerimize döndük.
Eve gelince bizimkilere zaferimizi
anlattım hemen, onlar da gülümseyerek karşılık verdiler, babam bir çukulata
parası bile verdi, bu da benim için artı bir mutluluk olmuştu. Gece çökmüştü,
yemeğimizi yemiş ve kestane kebap yapmak için ev halkı olarak soba başına
toplanmıştık. Sobayı adam akıllı kızdırmak gerekiyordu, bu durumda evimizin
hemen yanıbaşındaki odunluktan yakacak alma işi bana düşmüştü. Odun kovasını
kaptım ve sokak kapısını açarak ayaz geceye doğru ilk adımımı attım. Sakaltutan
denen bir soğuk vardı dışarıda. Evimiz, harman yerine bakıyordu. Bir an için
gözüm kardanadamımızın olduğu yöne takıldı kaldı. Çünkü; eserimizin olduğu yere
doğru gökyüzünden belli belirsiz beyazlıkta ama “soğuk” görünümlü bir ışık
iniyor gibiydi. Gecenin, ayazın ve beyaz karın etkisiyle bir göz yanılması
olduğunu düşündüğüm ve oldukça üşüdüğüm için üzerinde pek durmadım, odunları
kovaya doldururken de unuttum gittim. Eve girdim, odunları sobaya attık,
kestanelerimizi pişirdik, yedik ve yattık. Oldukça yorgun olduğum için, hemen
uyumuştum.
Gecenin yarısında kan ter içinde uyandım.
Korkulu bir rüyâ görmüştüm. Rüyamda, bizim kardanadam bir canavara dönüşüyor ve
sivri buz parçalarıyla önüne gelenin kalbini deşiyordu. Bizler, köyün bütün
çocukları da ondan kaçıyorduk. Ben, en arkada kalmıştım. Deli gibi koşarken buz
gibi bir el sağ ayağımdan yakaladı beni ve yere yuvarlandım. Dev kardanadam,
iri parmakları arasında tuttuğu sivri buz parçasını tam kalbime indirirken,
uyanmıştım. Şaşkın şaşkın ve körük gibi nefes alarak yatakta öylece oturdum
kaldım. Bizimkiler uyuyordu. Korka korka pencereye yaklaşıp perdeyi açarak
harman yerine baktım. Daha önce gördüğüm ışık yoktu. Yatağa geri döndüm.
Korkulu rüyâmı ve gördüğümü zannettiğim o ışığı düşünürken, çocuk bedenim
yeniden uykuya doğru kayıvemişti.
Birtakım gürültülerle sabahleyin uyandım.
Koşuşturmalar, bağırtılar geliyordu kulağıma. Annem sokak kapısının önündeydi,
hemen giyinip fırladım kapıya doğru. Tam dışarı çıkacakken, annem kolumdan
yakaladı beni ve kızdı. Sabırsızca kurtulmaya çalışırken, neler olduğunu da
sordum ona, harman yerinde birkaç köylünün öldürülmüş olduğunu söyledi.
Jandarma da gelmek üzereymiş. Aklıma, geceki ışık ve korkulu rüyâm geldi ama,
yok canım, ne alakâsı vardı? Ben de hayal gücü yüksek biriydim zaten.
Jandarmalar geldi. Bir fırsatını bulup,
anneme gözükmeden harman yerine kaçtım. Bizim kardanadamın olduğu yerde bir
kalabalık vardı. Oraya yaklaşınca, karların kızıl kanlara boyanmış olduğunu
gördüm. Jandarmalar ve köylüler arasından görebildiğim kadarıyla, yerde üç-dört
adam vardı ve ölüye benziyorlardı. Dün gece kaz avına çıkan köylü avcılardı
bunlar konuşmalardan duyabildiğim kadarıyla. Kardanadamımızın vücudu da
kanlıydı. Dün gülümsermiş gibi dizdiğimiz kömürler, bugün kötü kötü bakıyormuş
gibi geldi bana. Kalabalığa biraz daha yaklaştığımda gördüğüm şey, beni
karların üzerine yığmaya yetiverdi! Kardanadamın vücudunun sağ ve solunda sivri
ve uçları kanlı, mızrak gibi ileri uzanmış buz parçaları vardı! Jandarmanın
yaptığı araştırmalar sonuçsuz kalmıştı, katil veya katiller bulunamamıştı. Ama,
ben katilin kim veya ne olduğunu artık çok iyi biliyordum. Ve o günden sonra
asla kardanadam yapmadım.
Mahir ÖZDİLEK
12.12.2002
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder