Kendini bildi
bileli oradaydı o boy aynası. Evde daha başka aynalar olmasına rağmen, o boy
aynası çok farklı geliyordu İsmail’e. Daha küçücük bir çocukken şahit olduğu
ama artık gerçekleşmiş olabileceğini hayal meyal hatırladığı o garip olay,
zaman zaman rüyalarına giriyordu. Ama, oldukça sisli görüntülerle. Henüz
bir-bir buçuk yaşlarındayken kaybolan dayısıyla ilgiliydi olay. Dayısını evden
kaçtığını söylemişlerdi İsmail’e. Fakat o, bunun yalan olduğunu adı gibi
biliyordu. Ve dayısının kaybolması, o boy aynasıyla yakından ilgiliydi. Çok az
hatırlayabildiği olay sonucu, ancak şu yorumu yapabiliyordu: Ayna, dayısını
“yemiş” idi! Ve o aynadan her zaman için korkmuştu. Durumu çevresine anlatmaya
çalışmıştı ama hiç kimse ona inanmamış, hatta delilikle bile suçlayanlar
olmuştu. İsmail de, o aynanın gizemini, dayısını nasıl ve niçin kaybolduğunu
bulmaya ve haklılığını ispatlamaya and içmişti. Ve sırrı keşfetmeden,
konuşmayacaktı bu konuda bir daha.
Gecenin derin
sessizliğinde uyandı birden. Bir kilo tuz yemiş gibi yanıyordu içi. Yatağında
doğruldu, terliklerini giydi, koridoru hızla aşarak mutfağa gitti ve
buzdolabından çıkardığı sürahiyi dudaklarına götürerek kana kana içti.
Gökyüzünde dolunay vardı, ortalığı gümüşi pırıltılara boğmuştu. Birden, korkunç
bir duygu, müthiş bir korkuyla ürperdi. Odasına koşarak ışığı açtı. Dayısı ve
aynayla ilgili çalışmaların çıkardı, hızlı hızlı okudu. Dayısının kayboluş
tarihi 21 Haziran idi. Ve galiba saat02:30 civarlarıydı. Gayri ihtiyari saate
baktı, 02:25’i gösteriyordu. Kayboluş gecesi ortalığı gümüşi nurlara boğan
dolunay vardı. Bir video kaset oynatıcısının düğmesine basılmış gibi beyninde
bazı şeyler oynaşmaya başladı. İsmail bir-bir buçuk yaşlarındaydı, sıcak bir
yaz gecesiydi. Acemi adımlarla ve duvara tutunarak alacakaranlıkta ilerleyen
İsmail, odalarının kapısına ulaşmış ve uyuyan ana-babasını bırakarak koridora
çıkmıştı. Dayısı oradaydı, o boy aynasının karşısında. Elinde kırmızı kaplı
ince bir kitap tutuyor ve oradan bir şeyler okuyarak aynaya bakıp duruyordu.
Bir süre sonra bir şeyler oldu, ayna, içine ay doğmuş gibi parlamaya başladı.
Dayısı kitabı aynayla duvarın arasında kalan boşluğa sokuşturdu, gözlerini
kapattı ve anlaşılmaz bir şeyler mırıldanarak aynaya doğru hamle etti. Ve donuk
pırıltılı camın içinde yitiverdi. Ayna, pırıltısını kaybederek eski haline
geldi. Yıllardır, silik rüyalar ve hatıralar olarak hayatında yer kaplayan bu
olay, bilinmeyen bir sebeple birden, daha beş dakika önce yaşanmış gibi
zihninde canlanıvermişti. İsmail koridora çıktı ve ışığı açtı. Aynanın önüne
geldi, bir ürpertiyle sırlı cama baktı. Sonra elini aynayla duvarın arasındaki
boşluğa soktu, bir süre boşluğu yokladıktan sonra, ince bir kitabı yakaladı.
Kalbi heyecanla çarparak kitabı boşluktan çıkardı. Kırmızı cildin üzerinde
hiçbir yazı yoktu. Titreyen parmaklarla kapağını açtı. Oldukça garip kelimeler
vardı. Tam olarak emin olmamakla birlikte, Latince bir şeyler yazdığına
inanmaya başladı. Elinde olmadan, karşısında yazan kelimeleri okumaya başladı:
“Anito vetiuwm con ursus pari tone .....” Latince bildiği falan yoktu ama,
okuduğu kelimeler sanki beyninde daha önce kazınmıştı. Bir beş-altı dakika
kadar okudu. Aynadan garip bir ışık yayılmaya başlamıştı, sanki, sanki ay
doğuyordu aynanın içine. İsmail büyülenmiş gibi ikinci sayfanın ortasında
kitabı kapattı, aldığı boşluğa eliyle ittirdi. “Natius pale um comani”
sözleriyle birlikte aynaya doğru bir hamlede bulundu. Parmak uçları, bilekleri,
dirsekleri, burnu gözleri sanki dikey ve buz gibi bir havuza girermiş gibi
üşümeye başladı, iki adım sonra aynanın durduğu koridordaydı yine. Ama, ters
bir şeyler vardı. Sağına soluna bakınırken, birden donup kaldı. Evet,
koridordaydı lakin burada her şey tersti. Ve o anda aklına, dayısının
kitaplarından birinde, kırmızı kalemle yazılmış olan ve İsmail’in de ilgisini
çeken o cümle geldi: “Ters ikiz dünyaların geçiş kapıları aynalardır. Ne var ki
sadece bir kez geçiş yapılabilir. Bir canlı, ters ikiz dünyaya geçerse, kendi
dünyasına geri dönemez, geçtiği yerde kalır.” Araştırmalarında, bu cümleyi
nasıl olup da es geçtiğine inanamıyordu. Evet, aklına gelmişti ama İsmail de
dayısı ve adaşı olan kişiyle aynı kaderi paylaştıktan sonra. Ve karşısındaki
aynada kendisini değil, hayal-meyal hatırladığı dayısını görünce, kırmızı
kalemle yazılmış notun devamını hatırlayıverdi: “Ancak, aynı kandan gelen ve
aynı ismi taşıyan kişiler Kırmızı Anahtar Kitabı kullanarak, kendi dünyalarına
dönebilirler. Fakat, diğer akrabasını feda ederek...”
Mahir
ÖZDİLEK
15.09.2002
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder