Küçük sokağımızın başında küçük bir ayakkabı tamircisi vardı. Dükkanı her zaman karanlık,
kasvet dolu görünüyordu ve oraya girmek şimdiye kadar bana hiç nasip olmamıştı.
Genelde iki sokak arkadaki dostum olan Nurettin’e giderdim tamire. Açıkcası,
sokağımızdaki ayakkabı tamircisi bana itici geliyordu. Ve hiçbir zaman bir
müşterinin oraya girdiğini, ya da çıktığını görme şansım olmamıştı. Belki
işleri çok kötüydü, pek müşterisi yoktu. Veya tamirci kılığı altında, değişik işler çeviriyordu.
Bir gün çok sevdiğim iş çantamın sapı
koptu ve acilen tamir edilmesi gerekiyordu. Hemen dostum Nurettin’in dükkanına
koşturdum. Kapalıydı. Kapıdaki notta malzeme almak için bugün Eminönü’ne
gittiği yazılıydı ve müşterilerinden özür diliyordu. Şansıma söylenerek
sokağıma geri döndüm. Aklıma kasvetli tamirci dükkanı geldi. Çantanın işi uzun
sürmezdi, hem, belki adam hakkında yanlış düşünüyordum, çantamın sapını orada
tamir ettirmeye karar verdim.
“Selamün Aleyküm usta”. Dükkandan içeri
selamla girince önce beni bir süzdü. Sonra, yavaş yavaş, kelimeleri özenle
seçer gibi konuştu: “Aleyküm Selam Metin
Bey, hoş geldiniz.” Sesi , hem fısıltı gibiydi hem de cikler gibi. İkisi
arasında bir şey. Hem adımı nereden biliyordu? Ama, yıllardır aynı sokaktaydık
ve hiç konuşmamış olsak da, komşuyduk. Birden aklıma geliverdi: Ne kadar
yabancılaşmıştık birbirimize. Aynı sokakta yıllardır yaşa ve bir kez bile
selamlaşma, konuşma. Ah bu kalleş 20.yy medeniyeti (!) Bir anda bu düşüncelere
dalmış ve nerede olduğumu unutmuştum. “Buyurun Metin Bey, sizi dinliyorum, ne
için gelmiştiniz” diye cikleyen sesle kendime geldim. “Pardon” dedim “daldım
bir an.” Elimdeki çantayı göstererek “Sapı koptu, tamir edebilir misiniz
acaba?” diyerek güldüm hafifçe. “yaparız buyurun oturun Metin Bey “ diyerek kısa iskemleyi gösterdi. Her
konuşmasında Metin Bey demesinden rahatsız olmaya başlamıştım. Teşekkür ederek
oturdum. “Bir şey alır mıydınız Metin Bey? Kahve ye olan düşkünlüğünüz benimde
kulağıma gelmedi değil Metin Bey, bir kahve söyleyebilir miyim size?” Bu “Metin
Bey”lere iyice gıcık olmaya başlamıştım. Nerden geldim buraya, ne olurdu bir
gün bekleyiversem diye düşündüm ama, şu durumda çıkıp gitmek de hiç uygun
olmazdı. Dişimi sıkıp, tamir bitene kadar sabretmeliydim. “Şey, buraya ilk
gelişim, aslında daha önce de gelmeyi, tanışmayı düşündüm ama bir türlü fırsat
olmadı, nasip şimdiymiş.” Dedim. Aklıma, kahveye olan düşkünlüğümü nasıl
bilebildiği geldi, şüphelenmeye başlamıştım ama konuşmaya devam ettim: “Şu an
bir bardak su iyi olur, buraya hızlı hızlı geldiğim için susadım.” Masasının
altında kristal bir sürahi çıkardı, kristal bir kupaya su doldurarak bana
uzattı. Böyle kasvetli bir dükkanda kristal su takımı! Hayat sürprizlerle
doluydu. Teşekkür ederek suyu içtim. Bir süre hiç konuşmadık. Çantam tamir
olunmuştu. O an, tamirciye ismini sormadığımı hatırladım. Aklım yine daldı.
Aynı sokakta kal, komşusunun ismini bile bilme! Bravo 20.yy insanı, sana da
ancak bu yakışır. Biraz kızarak ismini sordum. “Bana sadece usta de yeter Metin
Bey” cevabını verdi. Belki kızmıştı ve haklıydı. Ve buradan bir an önce çıkıp
gitmek istiyordum. “Ayakkabınız” diyerek sağ ayağımı gösterdi. Ne zaman
yırtıldı bu?! Tamir olması gerekmekteydi ve bu karanlıkça yerde bir süre daha
kalma fikri canımı sıkmıştı. “İşiniz varsa bırakın, sonra alırsınız” dedi.
Dediğini yapmaya mecbur hissettim kendimi. “Peki” dedim. Oturduğu yerin
sağındaki rafından bir çift ayakkabı aldı, “Şimdilik bunu giyin” dedi.
Verdiklerini ayağıma takınca, çok rahat ve tam da ayaklarıma göre olduğunu
anladım. “Çanta tamir parası?” diye sorunca “Ayakkabılarınızınkiyle birlikte
alırız” dedi. Teşekkür ederek ayrıldım o kasvetli mekandan. O gün akşama kadar
o gizemli tamirciyi ve iç karartıcı dükkanını düşündüm. Akşam iş dönüşü ayakkabılarımı
almak ve tamir parasını vermek için oraya tekrar uğramak mecburiyetindeydim.
Mesaim bitmişti. Sokağıma yaklaştım. İçime bir tedirginlik yerleşmişti. Tamirci
dükkanı göründü, ayaklarım geri geri gitmesine rağmen oraya girmeye mecburdum.
“Korkacak, tedirgin olacak ne var, amma da büyüttün ha!” deyip duruyordum
içimden. Artık dükkanın önündeydim. Akşamın alacakaranlığında o garip mekan
daha bir kasvetli ve ürkütücü görünüyordu. Yavaş adımlarla kapıya doğru
yürüdüm, içeri girip selamımı verdi.
“Usta”, küçük masasındaydı yine ve bir masa lambası eşliğinde bir şeyler tamir
etmekteydi. Cikleyen sesiyle selamımı aldı: “Aleyküm Selam Metin Bey,
ayakkabınız yapıldı, buyurun.” Teşekkür ederek ayakkabılarımı aldım. Borcumu
sordum, ödendiğini söyledi. Şaşırmıştım, birisi gelip benim tamir borcumu mu
ödemişti? “Nasıl olur Usta, kim ödedi, nasıl ödendi, ben kul hakkından
korkarım, borçlu kalmak istemem, siz yine de borcumu söyleyin” dedim.
Cikledi:”Ö-den-di!” “Peki nasıl oldu, kim ödedi, bari bunu söyle Usta!” Soruma
karşılık “Siz Metin Bey, siz borcunuzu ödediniz” deyince kafam iyice
karışmıştı. “Ben mi?! N,e zaman, nasıl?” “Ayakkabılarınızı giyin, anlarsınız
Metin Bey” Çaresiz ayakkabılarımı giymeye başladım. Oldukça rahat ve güzeldi,
sanki ayaklarıma özel yapılmıştı. “Peki usta, bir şey anlamadım ama, hakkınızı
helal edin, hayırlı işler” diyerek kapıya yöneldim. “Ayaklarınız için
teşekkürler, ayakkabılarıma çok yakışacaklar Metin Bey” diye cikledi ve iğrenç
bir şekilde sırıttı. Sarı ve siyah dişleri ortaya çıkıverdi. Kaçarcasına
uzaklaştım oradan. Soluk soluğa evimin sokak kapısına dayandım. Merdivenleri
hızla tırmanarak daireme ulaştım. Kapıyı zorla açabildim, ayaklarım yanıyordu
sanki. İçeri fırtına gibi dalarak, ayakkabılarımı çıkardım ve çıkarmamla
bayılmam bir oldu. Çünkü; ayaklarım yoktu! Ve tamircinin son sözleri
kulaklarımda çınlıyordu: “Ayaklarınız için teşekkürler!...”
Mahir ÖZDİLEK
Tamircide ki gizem ciddi boyutta merak edici..hikayenin devamı varsa bekleriz hocam..güzel bir paylaşım olmuş.
YanıtlaSil