31 Mayıs 2013 Cuma

GRIMM


GRİMM

      2011-2012 sezonunda NBC kanalında başlayan bir dizimiz var, Grimm. Adından da anlaşılacağı gibi isim babası ünlü Alman masal yazarı Grimm Kardeşler. Ve yapıtta bol miktarda Almanca isimler, deyimler mevcut. Konusunu kısaca belirtmek gerekirse, Portland polisi Nick Burkhardt birçok korkunç olay yeri görmüş olmasına rağmen, görmeye başladığı tuhaf görüntülere hazırlıksız yakalanır; Nick görünüşte gayet normal olan insanların bir anda korkunç canavarlara dönüştüklerini görmektedir. Hayattaki tek akrabasının ziyaretiyle gerçeği öğrenen Nick doğaüstü yaratıkları görebilme yeteneğini ailesinden miras almıştır. Bir “Grimm” olarak, insanlarla mitolojik varlıklar arasındaki dengeyi korumakla görevlidir. Değişmiş “Büyük Kötü bir Kurt” en yakın dostu ve ortağı olur. Nick’in bir polis olması bir zamanlar sadece masallarda olduğuna inandığı suçlularla sık sık karşılaşmasına neden olmaktadır. Böyle bir konuya sahip olan bu dizi, sıradan ve benzerlerine sıkça rastlanan bir esere benzer gibi gelse de, sürükleyici ve yer yer gerçekliğe yaklaşan kurgusuyla kendine yer edinmeye başlamıştır.

      Grimm, bir isimden daha çok, doğaüstü yaratıklarla mücadele eden bir çeşit sülaleye veya insan grubuna verilen bir isim olarak karşımıza çıkıyor. Her bölüm, ünlü masallardan bir cümleyle başlıyor ve ona uygun bir konu işleniyor. Hemen her bölümünde farklı yaratıklar ortaya çıktığı için biraz Supernatural biraz da Buffy dizilerine benziyor, yani adı geçen iki diziyi sevenler Grimden de hoşlanabilir. Nick adlı başrol oyuncusu bir manada “seçilmiş kişi” yani “İsa-Mesih” gibi de değerlendirilebilir. Ve mücadele ettiği yaratıklar da iblisler, Leviathanlar vb olabilir. Zaten ezelden ebede iyiyle kötünün mücadelesi vardır, devam edecektir kıyamete kadar.

      Dizide polis memuru Nick’e yardım eden bir “Blutbad” vardır, bir çeşit kurtadam ve bir manada da haindir, “wesen” adı verilen insan dışı türdaşlarına ihanet ederek azılı can düşmanları Grimm’e yardım etmektedir. Bu yüzden de düşman edinmiştir. Grimm’e yardım eden tek “wesen” Monroe adındaki blutbad değildir, “eisbiber” denen kunduza benzer bir tesisatçı, blutbad Monroe’nin kız arkadaşı kediye benzer bir yaratık da vardır. Bu farklı yaratıklar normalde insan görünümündedirler ama kızdıklarında ya da beslenmeleri gerektiğinde kendi özel yapılarına dönüşmekte ve diğer insanlar tarafından da görülmektedir. Grimm ise bu yaratıkları normalde de görebilmekte ve yaratıklar da Grimm’i fark edebilmektedir. Şimdiye kadar arz-ı endam eden yaratıkları sayarsak, blutbad ( kan banyosu), Hasslich (Almanca : İğrenç, Çirkin), Hexenbiest (Almanca : Cadı Kaltak), Haage (Almanca: Yabani), Jägerbar (Almanca: Avcı Ayı), Mellifer (Almanca: Bal Toplayıcı), Ziegevolk (Almanca : Keçi Halkı), Eisbiber (Almanca: Buz Kunduzu), Reinigen (Almanca : Katıksız Fare), Bauerschwein (Almanca: Cahil Domuz), Siegbarste (Almanca: Zafer Patlaması), Rißfleisch (Almanca: Et Parçalayıcı), Lausenschlange (Almanca: Alçak Yılan), Mauzhertz (Almanca: Fare Kalbi), Fuchsbau (Almanca: Tilki İni), Geier (Almanca : Akbaba), Waschbar : (Almanca : Rakun), Spinnetod (Almanca: Örümcek Ölümü), Wildschwein (Almanca: Yaban Domuzu), Schneetmacher (Almanca : Acımasız, şeytani yaratık), Löwen (Almanca : Aslan), Dickfellig (Almanca : Kalın Derili), Skalenzahne (Almanca : Pullu Diş), Steinadler (Almanca : Altın Kartal), Schakal (Almanca : Çakal), Dämonfeuer (Almanca : İblis Ateşi), Skalengeck (Almanca : Pullu Züppe), Klaustreich (Almanca : Otlakçı Muzur), Seltenvogel (Almanca : Nadir Kuş), Hundjäger (Almanca: Avcı Köpeği), Murciélago (İspanyolca: Yarasa), Wildermann (Almanca : Vahşi Adam), Mauvais Dentes (Almanca: Kötü Diş), Coyotl (Aztek dilinde : Kır Kurtları), Nuckelavee (Kelt dilinde: At), Stangebär (Almanca: Mızrak ayısı), Seelengut (Almanca: İyi Kalpli), Königschlange (Almanca: Kral Yılan), Drang-Zorn (Almanca: Öfke Dürtüsü), Genio Innocuo (İtalyanca: Zararsız Dahi), Balam (Maya dilinde : Balım), La Llorona (İspanyolca: Ağlayan Kadın), Lebensauger (Almanca: Hayat Emici), Wendigo (İngilizce: Yamyam ruh), Scharfblicke (Almanca: Keskin gözler) ve Jinnamuru Xunte (Afrika dilleri: Gözyaşı hırsızı) adlı yaratıkları sayabiliriz. Görüldüğü gibi epey kalabalık bir yaratık populasyonu mevcut. Bunlarla çok farklı şekillerde mücadele etmek gerekmektedir. Özellikle zararlı olanlar için çeşitli silahlar mevcuttur, kimisi zehirle, kimisi kendi kanıyla, kimisi özel kurşunlarla, kimisi kafası kesilerek öldürülmektedir. Bunca yaratık olduğu yetmezmiş gibi bir de büyülerle büyücüler işin içine girmiş, ortamı hepten germişlerdir. Dizide bir ana konu da vardır elbette ve bir tanesi Nick’te bulunan yedi kadar anahtar bir araya geldiğinde bir çeşit harita oluşturmakta ve sır saklamaktadır. Wesen denilen yaratıkların soyluları da, ki onlara “prens” adı verilmiştir, bütün anahtarları toplayıp o sırra ve gizeme ulaşmak için yüzyıllar boyu mücadele etmişler ve etmektedirler.

    
       Dizinin oyuncularına gelirsek,     

David Giuntoli--- Polis memuru Nick Burkhard

Russell Hornsby ---- Hank Griffin,  Nick’in ortağı

Bitsie Tulloch-----Juliette Silverton, Nick’in kız arkadaşı

  Silas Weir Mitchell----   Eddie Monroe, Nick’e yardım eden “blutbad”

  Reggie Lee----- Wu, Nick’in mesai arkadaşı

Sasha Roiz----Sean Renard, Nick’in amiri aynı zamanda bir Hexenbiest

şeklinde sıralayabiliriz. Dizi belli bir düzeyi ve heyecanı tutturduğu için yeni sezon onayı alarak yayın hayatına devam edecektir. 2. sezonu yakın tarihlerde sona eren yapım, takipçilerini merakta bırakacak sezon finaliyle şimdilik beyazcamdan köşesine çekilmiştir.

                          

                                                               
 Mahir ÖZDİLEK


28 Mayıs 2013 Salı

ORPHAN BLACK

      “Yetim Black, Sarah adında zor koşullara adapte olabilmiş kılık değiştiren bir yetimdir. Bir kadının intiharına tanık olduktan sonra Sarah kurbanın kendine çok benzediğini fark eder. Ölü kadının yerine geçerek birikimlerini kullanınca bütün sorunlarının çözüleceğini zannederken onun yerine şaşırtıcı bir gizemin farkına varır: Ölü kadın ve kendisi birer klondur. Sarah cevaplar aradıkça kendisi gibi birçok insanın olduğu öğrenir. Bu kişiler aile fertlerinden şüphelenmeyen ve tamamen farklı koşullarda yetişen genetik olarak aynı insanlardır. Bu klonları kimin yarattığını bilmezken neden bir suikastçi tarafından bir bir öldürüldüklerini de bulmak zorundadır.” 
 
      Evet, konusu kısaca böyle yeni yayınlanmaya başlayan Kanada-Amerika ortak yapımı dizinin. Sıradan gibi görünmesine rağmen, oldukça sürükleyici ve şimdiden kendine bir hayran kitlesi oluşturabilmiş bir diziyle karşı karşıyayız. Tatiana Maslany adlı genç oyuncunun en az dört karakteri birden canlandırırken, bu zor işin altından rahatlıkla kalkabilmekte ve zorlanıyor görünmemektedir. Sarah Black, Cosima, Helena ve Alison Hendrix adlı dört klon kadını oynayan oyuncu, aynı zamanda ilk bölümde intihar eden polis memuru Elizabeth Manning’i de canlandırmış yani aslında beş karakteri beyaz cama taşımıştır. Ve büyük ihtimal gelecekteki bölümlerde daha başka karakterle de ortaya çıkacaktır. Beyaz perde ve beyaz cam camiası tarafından da kabul edilen unsur; “ bir oyuncunun birden çok karakteri canlandırması zor, daha zor olan farklı karakterleri aynı sahnede kendisine karşı canlandırması olayını hakkıyla başarabilmiştir.

      Dizide dikkat çeken bir başka husus, evrim teorisine ve Hristiyan tutuculuğuna yaptığı vurgudur. Garip olan ise, neoevrimciler denen bir grup bilim insanı kötü adam, baskıcı, ahlakdışı, insanı tekrar maymuna döndürmeye çalışan tipler olarak gösterilirken, Helena adlı sarışın klon ise kendini seçilmiş kişi olarak görerek diğer klonları günahkar olarak niteleyip öldürmeye çalışmaktadır. Aslında onu bu yola sürükleyen de kötü adamlardan birisidir. Yani, hem neoevrimciler hem de Hristiyan tutuculuğu aynı oranda “kötü” olarak gösterilmekte ve Helena dışındaki diğer üç klon kadın arada kalmaktadır. Neoevrimciler ise, klasiklere göre bir çeşit siborg yani insan-makine, yarı robot yarı insan bir evrim düşünmekteler. Yani, mesela gözünü yitiren birine biyonik göz takılması ya da kendi gözünden daha gelişmiş bir biyonik göz takılması, el, ayak, bacak, kalp vb organları sakatlanan kişilere biyonik materyaller takılarak daha üst bir “insan” elde edilmesi gibi bir çeşit biyonikevrim veya mekanikevrim fikrini ileri sürmektedirler. Ama aynı zamanda, binyıllar önce kaybettiği “kuyruğunu” genleriyle oynayarak tekrar elde eden saplantılı bilim insanları da dizide görünerek, neoevrimin sadece neo değil, aslında klasik olarak da bir çeşit inanç sistemi olduğunu ortaya koymaya çalışmaktadırlar. Helena adlı karakterimiz de kendi inancına göre gidip o doktorun “kuyruğunu” keskin bir bıçak darbesiyle uçuruvermiş, bir çeşit dini misyonu da yerine getirmiştir.

      Dizinin diğer oyuncularından Sarah Black’in yetimhanede en iyi dostu, kardeşim dediği Felix’i canlandıran Jordan Gavaris ise, bir eşcinseli ustaca canlandırmakta ve rolünün hakkını fazlasıyla vermektedir. Felix aynı zamanda oldukça güvenilir ve soğukkanlı bir ressamdır da. Sarah’ın verdiği “görevleri” de yerine getirmekte, klon kadını her zaman belalara karşı korumaktadır. Daha önce herhangi bir başarısı olmayan Gavaris, bu diziyle sıkı bir atılım yapmaya aday. Ölen polis memuru klonu Elizabeth’in yerine geçen Sarah’ın polis partneri rolünde ise The Firm dahil birden fazla dizide boy göstermiş Kevin Hanchard yer alıyor. Dizinin bazı oyuncuları ve rolleri ise şu şekilde sıralanabilir:
Dylan Bruce----- Paul

Skyler Wexler---- Kira

Maria Doyle Kennedy---- Mrs S

Michael Mando---- Vic

      Bu arada baş rolümüz Tatiana Maslany giyimi ve kuşamıyla çok dikkat çekiyor. Farklı karakterlere rol verdiği için farklı giyim tarzları gördük şimdiye kadar. Bu tarzların hepsinde arada Özgü Namal benzerliği de yadsınamaz bir gerçek. İzleyin ve görün. Hani değerli oyuncumuz Namal da bir klon mu diyesi geliyor insanın.  J  

      Son olarak, bilim-kurgu, evrim, macera ve gizem türü dizilere ilgi duyanların hoşlanacağı bir yapım olarak rahatlıkla önerebileceğim bir dizi olarak tavsiye edilir.


                                                                                              Mahir ÖZDİLEK

23 Mayıs 2013 Perşembe

GECEYİ DİNLEMEK


      Dinle gecenin sesini, bak ne söylüyor. Uykudasın diyor, uykuda ve gafil… Kutsal bir horoz ötmekte o gür sesiyle lâkin sen onu duymuyorsun. Onu duyabilmek için dil ve kulak terbiyesinden geçmek ve nasiplilerden olmak gerekmektedir. Gönlünün frekansını iyi ayarlamalısın ki; kutsal horozun evrensel uyandırma sesine erişebilesin. Eriştiğinde, ne mutlu sana ey fani. Baki olma yoluna girmişsin demektir. Gecelerin gündüz, gündüzlerin de gece olduğunu biliyor muydun sen? Sevgililer Sevgilisi’nin kutsi bir sözü: “ Gençlerin en hayırlısı, yaşlılara benzemeye çalışan; yaşlıların en kötüsü de gençlere benzemeye çalışandır” meâlindeki bir Hadis-i Şerif. Gencin, yani gündüzün yaşlıya, yani geceye, yani olgun olana benzemesi. Gece siyahtır. Siyah, yani setreden. Günahı da sevabı da gizleyen, örten. Siyah, yani bütün renklerin eşitlendiği. Siyah, yani esmer, dışlanan ama ilk Ezân-ı Şerifi, o kutlu çağrıyı yapan Bilal-i Habeşi’nin rengi. Siyahı yar beyaz çıkar, beyazı deş siyah. Yin-yang olur Çin’de, eşi uyumlu, ruhi denge. İçtima-i mukaveledir Tunuslu bilgenin, İbn-i Haldun’un Avrupalı takipçilerinde ama beşeri olduğu için eksik, kusurlu. Gene de ilâhi hakikatlerin abdlere yansıması. Gece siyahtır, doğulu dilberin kirpiği, gözü, kement olmuş saçı gibi. Leylâ, kara kuru bir Arap kızıydı. Ondaki nuru görebilmek için Mecnun olmak gerekiyordu. Sonra da hakiki aşka yol bulup kanatlanmak… Mürekkep siyahtır, gece yani. Geceleri aydınlatan sureler siyahla nakşedilir beyazın namusuna. İbn-i Arabi misâli, harf mürekkebe ispattır, harf  gider mürekkep kalır demelisin. Harf gölgedir, harf uçar ama boyayanı mürekkep hep vardır. Ve hepsi birer siyah noktadır. Bir, sayılabilenlerin ilkidir der kartal evliyâ, bu yüzden nokta tektir, bir değil; biriciktir. Sayı değildir. Nereden başladık? Gecenin sesinden. Nereye geldik? Noktaya, tekliğe, biricikliğe, her şeyin sadece bir noktadan ibaret olduğuna. Kelime kelimenin anahtarı oluyor, açıyor işte ne yaparsın. Siyah nokta, hayır, iri harflerle, bağırarak: SİYAH NOKTA. Yani, şu: .

MASTERS OF SCIENCE FICTION


      Bir özel kanalımızda, bilimkurgu sevenler için kaçırılmaması gereken bir mini dizi yayınlanıyordu. Adı Master Of Science Fiction, yani Bilimkurgunun Efendileri ya da Ustaları olarak çevirebileceğimiz bu dizinin her bölümü, tüm vücudu felçli olan ünlü fizikçi Stephen HAWKING’in metalik bir sesle sunumuyla başlıyor. Burada, adı geçen dizinin yayınlanmış olan berş bölümünü kısaca da olsa yorumlamaya çalışacağız.

      Dizinin ilk bölümü, süper güçlü bir çeşit nükleer silah icat eden Amerikalıların, silahın haddinden fazla yok edici olduğu gerçeğini göz ardı ederek denemeye veya kullanmaya kalkışmasıyla, tüm insanlığı yok etmesi ve geriye sadece bin kişiden az insanın kalmasıyla ilgili oldukça karamsar bir hikâye olmuştur. ABD Başkanı, bu olaydan sonra zihnini kapatmış, yaptığı hiçbir şeyi hatırlamamaktadır. Bayan bir psikolog sabırla ona geçmişini ve yaptığı hatalarını anlatmaya çalışır ama adam inatla sıradan bir mühendis olduğunu ve artık işe gitmesi gerektiğini söyler durur. Uzun uzun yapılan seanslar sonucunda yavaş yavaş yaptıklarını hatırlamaya başlayan Başkan, sonunda alınan kayıtlar ve mahvolmuş bir dünyayı monitörlerden izledikten sonra olayları tamamen hatırlar. Bu arada bunca olayın ağırlığına dayanamayan psikolog bayan da dayanma noktasını aşmış ve son seansta görüşme odasını kilitleyerek eline tabanca almış, güvenlik güçlerinin kapıyı açmalarına yakın bir anda ateş ederek kendini vurmuştur. Gerçeği anlayan Başkan, bir şekilde “Ama biz bir şey yapmasaydık onlar yapacaktı” diyerek savunma yapmaya çalışsa da, kendi eşin ve çocuklarının da yanmış kavrulmuş cesetlerini görünce çöküp kalmıştır. Psikolog kadının intiharından sonra bir sonraki sahnede, Başkanı gene seans odasına gelmiş ve gene eski unutmuş durumuna dönmüş görürüz. Yeni bir psikolog, Başkanı tekrar aynı yöntemlerle sözde tedaviye başlamıştır. Bir çeşit kısırdöngü, suçun büyüklüğünün dehşeti ve geriye ket vurma, insanın hırslarının nelere yol açabileceği ve belki de beklenen kıyametin, insanın kendi elleriyle davet edileceğini anlatan karamsar ama sert ve etkili, kırk beş dakikalık bir yapımdı.

      İkinci bölümde de Irak Savaşı sırasında çölde düşmüş bir helikopter ve her nasılsa içinden sağ çıkmış bir Amerikalı asker görürüz. Ölmüş olan arkadaşına yaklaşırken, Iraklı bir direnişçi elinde silahıyla kum tepelerinin ardından çıkar bağırarak askerin üzerine gelir. İki adam birbirlerini anlamadan bağırırlar çünkü biri Arapça diğeri İngilizce konuşmaktadır. İyice yaklaşırlar, asker, direnişçiye arkadaşına bakması gerektiğini söylerken Iraklı da bir şeyle der ve birden birbirlerini anlamaya başlarlar, diller ayrıdır ama anlamışlardır. Bu sırada kameraya şekilsiz, kehribar renkli, irice bir kütle belirir. Kumda iz bırakmış ve öylece yatmaktadır. Bir sonraki sahnede kütlenin Amerikalılar tarafından aracın birine yüklenişi ve memleketlerine doğru yola çıkarıldığını görürüz.
   
      Bilim adamları bir türlü çözemezler bu esrarengiz kütleyi. Helikopterin düşmesine sebep olan da odur zaten. Ve onu ilk gören askerle direnişçi de çok derin bir hipnoza girmiş gibi aynı şeyleri tekrar edip durmaktadırlar.  Bu arada gizli bir askeri merkeze getirilen kütlenin sırrını çözemeyen hükümet, bir zamanlar UFO vb dosyalar üzerinde çalışmış ve şimdi emekli olmuş bulunan eski bir subayı bir şekilde tekrar iş başına çağırır. Bu subay, LOST dizisinde John LOCKE karakterini oynayan oyuncu aynı zamanda.

      Bu arada kütlenin üzerindeki örtüyü bir şekilde açan ve göz diyebileceğimiz kısma bakan herkes aynı kelimeleri kullanıp durmaktadır. Bu arada benzer kütleler dünyanın her tarafına düşmeye başlar. Ve dünyanın çevresi, dev ve parlak cisimlerle sarılır, her yerdedirler artık. ABD Başkanı, dünya liderleri ve nükleer güce sahip ülkelerle canlı bağlantı kurarak ortak bir harekât plânı kurmaya çalışır. Fakat; dünya liderleri ona katılmaz ve o gizemli güçlerle anlaşma vb isterler. Bu arada sadece ABD nükleer silahlarını atışa hazırlamıştır fakat gizemli dev cisimler silahları kapatmaya başlarlar. Kritik zamanlar geçer ve dünya liderleri ABD Başkanı’na katılmazlar. Bu sırada kahramanımız tutup o gizemli kütlenin “göz”’üne bakar. Bayılır ama kütlenin ne olduğunu çözmüştür ve insanlar yanlış yaparsa dünyanın yok edileceğini anlar. Ağzından çıkan sözler, Başkanın da sözleri olur. Ve sonuçta silahlar ateşlenmez. Bu arada gizemli kitleler birer meleğe dönüşerek, dünyaya bir şans daha vererek çekip giderler. Diziye göre Tanrı, insanlığı işlediği insanlık suçlarında dolayı cezalandıracaktır ama insanlar son anda bir şans daha elde ederler. Bir not düşerek bu bölümü de bitirelim: Başkan da, The X Files yani Gizli Dosyalar’da Sigara İçen Adamı oynayan oyuncudur.

      Üçüncü bölümde, çok az insan DNA’sı ile karıştırılarak “üretilmiş” bir anlamda köle olan insanımsılar vardır. Bunlar mayın temizleme işi dahil pis işlerde kullanılır. Derken bir gün zengin bir çift gelir ve erkek karısına değişik ve genleriyle oynanmış bir hayvan almak ister. Yazı yazabilen minik bir fili beğenir adam. Bu sırada temizlik işlerinde çalışan insansıya kafası takılan kadın, onu almak ister. Şirket karşı çıksa da teklif edilen parayı reddedemez. Kadın, insansıyla ilgilenirken onun da kendine göre müzik vb zevkleri olduğunu, düşünebildiğini görür. Ve insansıların da insan sayılması için bir dava açar. Şirketle karşı karşıya gelirler zira şirket bu insansılardan gelir elde etmektedir. Fakat, dava sonunda insansıların da kişilikleri olduğu kabul edilerek, tümü serbest bırakılır. Yani, söylenilmek istenen, çok az insanımsı özellik de gösterse bir insan asla köle veya hayvan değildir, onların da hakları vardır, savunulmalıdır.

      Dördüncü bölüm, dünyada yapılan bazı deneyler sonucunda insanların genlerinin bozulması ve hilkat garibelerinin ortaya çıkmasıyla ilgilidir. Bu garibanlar bir uzay üssüne tıkarlar ve artık senelerce kimse gidip sormaz hallerini. Hatta, oksijen makineleri bile bozulduğu için uzay üssünü yemyeşil bitkilerle donatarak kendilerine hava sağlarlar. Derken bir gün, dünyadan bir gemi gelir, inanamazlar. Gelen gemi kenetlenir ve içinden oldukça yakışıklı ve bakımlı bir erkek subay çıkar. Epey bir sitem dinledikten sonra, geliş amacını açıklar. Dünyada yayılan bir virüs, hepsini de etkilemeye ve hilkat garibesine çevirmeye başlamıştır, dünyalı bilim adamları da uzay üssündeki garibanlardan alınacak kanların aşı geliştirmek için etkili olabileceği fikriyle onlara bir subaylarını göndermişlerdir. Ve gelen subay da aslında genetik olarak bozulmuştur, vücudu iğrenç kabarcıklarla doludur. Üstekiler eğer kanlarından azar azar vererek aşıya yardımcı olurlarsa, dünyaya dönme hakkını elde edeceklerdir. İkiye ayrılırlar ama dünyaya dönme isteği olanlar ağırlıktadır. Çok sevdikleri liderlerine de karşı gelirler. Derken bir tartışma esnasında liderin en yakın arkadaşı, liderin başına vurarak ölmesine sebep olur. Ve kanlarını verirler, mutlu, huzurludurlar ve hayalleri vardır. Kanları alarak dünyaya dönerler dünyadan gelenler. Ve üstekiler beklemeye başlar. Bir zaman sonra, gemi geri gelir, üstekiler sevinçlidir ve hazırlık yapmaktadırlar. Kenetlenme işlemi gerçekleşir, kapılar açılır ve… Gemi, dünyadan yeni ve daha bozuk garibanlar getirmiştir, aşı işe yaramadığı gibi, bir de dar ve yetersiz olan üsleri daha da kalabalıklaşmıştır. Bu bölüm, önceki liderin sevdiği kadının, onu öldüren adamı öldürmesiyle biter… Burada karşımıza çıkan; insanların vefasızlığı, hayırsızlığı, pisliği ve teknolojideki hırsının sonuçlarıdır. Ve anormal gözüken yok olsun, çöpe gitsin, bizden olmayan gebersin anlayışı vardır. Yani, faşizmin uç noktasıdır burası.

      Beşincide ise, gelecekte insanlar bir tür titanlıkla yönetilmektedir. Ve sadece yeraltında “özgür(!)” yaşayabilmektedirler. Altı ayda sadece on beş dakika dışarıyı ve güneşi görebilmektedirler. Kahramanımız ise bu duruma isyan eden bir yapıdadır. Kafaya koyar ve dış dünyaya kaçacaktır. On beş dakikalık izninde kaçmaya başlar nihayetinde. Bu arada koluna zımbalanmış izleme cihazını da söker atar. Dikenli tellerle çevrili alanı da aşarak özgür dünyaya, dış dünyaya adım atar. Ve dış dünyada efsane kabul edilen direnişçiyi bulur. Bir süre konuşurlarken, on dört yaşındaki bir kız çocuğu koşarak bunara sığınır, peşinde de yeraltı düzeninin polisleri vardır. Kızın suçu, hırsız olduğunu belirterek teslim etmelerini söyler kahramanlarımıza ama polislerin asıl amacının tecavüz olduğunu anlayan kahramanlarımız kızı vermezler. Bu arada bir itişme kakışma yaşanır, polisler direnişçiyi ve kızı vurarak öldürürler, kaçan genç ise eline bir polisin silahını geçirerek kendini korumak üzere ateş eder, bir polisi öldürür, diğerini ise yaralar. Bu sırada takviye kuvvetler gerek, genci yakalarlar ve yeraltına geri götürürler.

      Kahramanımız, ertesi gün beyninin bağlı olduğu garip bir “suçlu sandalyesi” ile on binlerce hukukçunun hafızalarından oluşan ama aslında düzenin acımasız bir aleti olan sana mahkemeye çıkarılır. Sözde bir de avukatı vardır. Ve burada tamamen mantığa dayalı ve hukuken muhteşem bir savunma yapar. Şimdiye dek hiç kimsenin yapamadığını yapar. Bütün kanıtlar aleyhinde düzenlenmesine rağmen dış dünyada vurulan efsanevi direnişçinin ölmeden önceki bilinç görüntülerini mahkemeye sunar ve kendine karşı hazırlanan komployu da açığa çıkarır. Çünkü, bilinç görüntüleri asıl suçluların polisler olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Buna rağmen sanal mahkemede kahramanımızın yanında bulunan iki polisten erkek olanı sık sık duruma müdahale eder. Mahkemede oluşturulan sanal bir jüri de genci haklı ve suçsuz bulur. Ve sanal mahkemenin sistem altyapısı bu duruma dayanamaz ve çöker. Genç, kazanmıştır. Refakatçisi iki polisten bayan olanı kahramanımıza aşık olmuştur bu arada. Ve o da sistemi sorgulamaya başlar. Erkek olan ise hemen duruma müdahale ederek sistemi yeniden başlatmaya gider. Sistem tekrar başlamadan hemen önce genci öldürecek cihazı harekete geçirir ve genç hayatını kaybeder. Bayan polis bu duruma çok üzülür ve ağlamaya başlar. Bu arada sistem yeniden başlar, kahramanımız, sanal mahkeme yargıcının yüzünün göründüğü ekranda görünür. Bayan polis bu duruma bir mana veremez. Genç, polise artık sisteme girdiğini ve adil bir adalet sistemi olmak için sana mücadele vereceğini, kurtuluşun başladığını haber verir. Ve dizi burada biter. Bu bölüm de bir anlamda faşizme, diktatörlüğe, adaletsizliğe karşı insanı ve duyguyu savunan, karamsar gibi görünmesine rağmen umut taşıyan bir bölüm olarak hafızalarımıza kazınır.
                                                                                                                Mahir ÖZDİLEK

21 Mayıs 2013 Salı

BATTLESTAR GALACTİCA


      Ülkemizde ilk kez seksenli yıllarda gösterime giren birinci versiyonuyla, bilimkurgu sevenlerin gönlünde taht kuran Battlestar Galactica adlı dizi Türkçe ismiyle Savaşyıldızı Galaktika, yıllar sonra en son versiyonuyla her hafta sonu Pazar akşamları evlerimize konuk olmaktadır. Dizinin üçüncü sezonu, gerilimi ve merakla beklenen dünyamıza ulaşma hedefiyle birlikte bilimkurgu sevenleri ekran başına toplamaktadır.

      Yaşı otuzlu yılları aşmış olanlarımız, seksenli yıllardaki ilk versiyonla tanışmış olmanın tatlı nostaljisiyle yeni bölümleri de izlemeye devam etmektedirler sanırım. Fakat burada o zamanki diziyi değil, günümüzde bir özel kanalımızda devam etmekte olan son versiyonunu incelemeye çalışacağız.

      Son versiyonun ilk bölümü, yıllardır haber alınamayan Cylonluların, insanlarla her yıl görüşme yapmak durumunda oldukları buluşma noktasına bir saldırı yapmalarıyla başlar. Kırk yıldır ortalıkta gözükmeyen ve vaktiyle insanlar tarafından üretilmiş olan Cylonlular, ani bir baskınla insan temsilcisini ve buluşma merkezini yok ederler. Sonrasında ise insanların yaşadığı gezegenleri ve özellikle Caprica adlı merkez gezegeni nükleer saldırılarla yaşanmaz hale getiriler. Ve buralara kendileri yerleşirler. Bir anda bu kadar başarılı olmalarının nedeni de aslında Gaius BALTAR adlı zeki ama hırslarına ve kadın tuzağına düşmüş bir insanın savunma bilgilerini vb bir şekilde Cylonlulara vermiş olmasıdır. Burada karşımıza ilginç bir durum çıkıyor çünkü Baltar’ı tuzağa çeken, aslında bir Cylon robotu olan ama artık insanlardan asla ayırt edilemeyen ve genelde kırmızı, erotik bir elbiseyle ortalıkta dolaşıp duran ve 1974 doğumlu oyuncu  Tricia HELFER’in oynadığı çekici bir “tost makinesi” kadındır. Tost makinesi dememizin sebebi ise, dizide her ne kadar insanlarla aynı özelliklere sahip gibi görünseler de aslında bütün Cylonluların birer robot, makine olmalarına yapılan bir göndermedir, insanlar sürekli onlardan tost makinesi olarak bahsetmektedirler.

      Cylon saldırılarıyla milyarlarca insan ölür ve insanlığın bütün uzay savaş gemileri de Galactica adlı gemi hariç, ortadan kaldırılır. Sonraki bölümlerde karşımıza Pegasus adlı bir gemi daha çıksa da, bir kurtarma operasyonu sonucunda o gemi birkaç Cylon savaş gemisiyle birlikte yok olacaktır.
      Cylon katliamından kurtulabilen sivil gemiler ve tek savaş yıldızı Galactica, artık insanlıktan geriye kalan kırk elli bin kişiyle Dünya adını verdikleri gezegeni ve 13. Koloni olarak adlandırdıkları soydaşlarını aramaya başlarlar. Bu arada da Cylonlularla sık sık savaşırlar. Bazen yakıtları biter, bazen besinsiz kalırlar ve her zaman için savaş devam eder. Burada oldukça ilginç bir durumla karşılaşırız. İnsanlar çok tanrılı bir inanç sistemine sahipken ve bunlara Cobol Tanrıları adı verirken, Cylonlular tek tanrılı ve Tanrı adını verdikleri bir sistemi savunmaktadırlar. Ve kendilerini bir anlamda onun mücahidleri olarak görürler. İnsanları da kendi dinlerine davet ederler. Bu konuda en çok çabayı, Tricia HELFER’in canlandırdığı Cylonlu kadın, sürekli Gaius BALTAR’a karşı gösterir. Dizi boyunca bu ikilinin birbirinin beyninde mi kaldığı yoksa gerçekten görüşüp görüşmedikleri de büyük ihtimalle dizi sonunda ortaya çıkacaktır. Çünkü, Baltar, sürekli olarak kırmızılı erotik kadınımızı görmektedir ve ondan başkası da onu görmez. Gerçi dizini sonraki bölümlerinde Baltar, Cylon gemisinde gerçekten de tost makinelerinin arasında yaşamaya başlamıştır.

      Galactica ve koruduğu gemiler, çeşitli maceralar ve tehlikelerden sonra yerleşebilecekleri bir gezegen bulurlar. Çeşitli tartışmalar sonucunda buraya yerleşme fikri ağır basar. İnsanlar buraya yerleşerek birkaç yıl mutlu ve huzurlu yaşamaya başlarlar. Bu arada Galactica komutanı Adama ve bir kısım personel de gezegen etrafında devriye gezmektedir. Sivil gemiler de yörüngede turlamaktadırlar. Derken, geçmişlerindeki acı bir olay tekrarlanır. Cylonlar, bu gezegeni, Yeni Caprica adını verdikleri dünyalarını bulurlar ve gezegene inerek faşist bir yönetimle terör estirmeye başlarlar. İnsanlar da bu arada boş durmaz ve hemen direniş örgütü kurarlar. Yeni Caprica’daki faşist yönetimin başında, son seçimleri kazanan eski başkan yardımcısı ve yeni başkan Gaius BALTAR vardır. Ve ne yazık ki Cylonluların kuklası olmuştur. Direnişin başında ise, Galactica’da ikinci kaptan olarak çalışan ve zaman zaman alkol batağına saplanan Saul TIGH vardır. Cylon saldırısı sonucu ortadan kaybolan ve bir plan yapmak için Yeni Caprica’dan uzaklaşan Galactica, direnişçilerle bağlantıya geçer, haberleşirler ve bir kurtarma operasyonuyla insanların çoğunu kurtarırlar. Diğer savaş yıldızı Pegasus işte bu olayda yok olur. Ve BALTAR da bu olay sonrasında Cylon gemisine biner.

        Galactica ve sivil gemiler 13. Kabile adını verdikleri biz Dünyalıları ararken, bazı ipuçlarına da ulaşırlar. Ve aynı ipuçlarına, BALTAR’ın sayesinde Cylonlular da ulaşır. Her iki grubun da amacı, dünyayı bulmaktır. Bu arada elbette kırmızı bir göz gibi bir sağa bir sola gidip gelen radar biçimli alıcılara sahip yarı biyolojik Cylon avcıları ve Galactica’dan havalanan Viper adı verilen savaş araçları arasındaki süregelen mücadeleler devam etmektedir.

      Dizi, yayınlanmakta olduğu kanalda yeni bölümleriyle hayranlarıyla her hafta heyecanla buluşmaktadır. Bu yüzden dizinin gelişimiyle ilgili daha fazla bilgi vermek, onlara saygısızlık olacağından en son yayınlanan bölümlerine kadar bir anlatım yeterlidir. Zaten amacımız diziyi bölüm bölüm yorumlamaktan ziyade, bilimkurgu içindeki yerini tespite çalışmaktır.

    Diziyle ilgili bazı tespitleri ve ilginç olayları, yukarıdaki satırlarımızda verdik ki bunlardan bize göre en ilginç olanı, insanların çok tanrılı Cylonların ise tek tanrılı dine inanmış olmaları ve bir nevi cihad anlayışıyla hareket etmeleridir. Dizide ilgimizi çeken ve önemli olduğunu düşündüğümüz bazı durumları da şimdi ele alacağız.

      Dizideki silahlar, ilk versiyonun tersine ne lazer ışınları ne de benzeri şeyler, bildiğimiz tabancalar, kurşunlar, roketler ve nükleer bombalar. Bıçak vb de bazen kullanılabiliyor. Öyle mikrotelsizler, hap kadar cihazlar falan yok, telsizler ve telefonlar bizim bildiğimiz kocaman polis telsizlerine ve ankesörlü telefonlara benziyorlar. Bunlar da diziyi daha biz’den kılıyor.
     
      Bir humanoid yani insansı Cylonla bir insandan bir çocuk doğabilir mi? Diziye göre evet, böyle bir çocuk doğdu ve Hera adını aldı bile. Burada Hera adının nerden geldiğini tespit ederken, söylenecek şey de şudur: Dizi, çok zaman Yunan mitolojisinden isimler içeriyor desek yalan olmaz. Mesela, Cylon katliamından kurtulabilen ve sonra Yeni Caprica’daki kurtarma operasyonu sırasında kaybedilen Pegasus, bir diğer savaş yıldızıdır. Atlas, Helios (güneş tanrısı), Apollon (güzel sanatlar tanrısı), Zeus (Baş tanrı), Ikarus (uçan ilk insan) ve Athena (zeka tanrıçası) gibi Yunan mitolojisine ait bir çok isim ve kavram da dizinin bir diğer farklı yönü.
Eski Ve Yeni Dizi Arasındaki Bazı Farklar:

                                                           12 Koloni
Savaş yıldızı Galactica’nın Cyylon saldırısından kurtulan irili ufaklı gemilerle birlikte kaçmaya başlamasından önce, uzayın bu uzak köşesindeki insanlar “12 Koloni” denen 12 gezegende yaşıyor.Bu gezegenlerin her biri 12 burçtan birinin adını taşıyor.
Aquaria-Kova burcu anlamındaki “Aquarius”tan geliyor adı.
Aeralon-Koç burcu anlamındaki “Aries”dan
Canceron-Yengeç burcu anlamındaki “Cancer”dan
Caprica-oğlak burcu anlamındaki “Capricorn”dan
Gemenon-İkizler burcu anlamındaki “Gemini”dan
LeonisAslan burcu anlamındaki “Leo”dan
Libran-Terazi bucu anlamındaki “Libra”dan
Picon-Balık burcu anlamındaki “Pisces”den
Sagittaron-Yay burcu anlamındaki “Sagittarius”dan
Scorpia-Akrep burcu anlamındaki “Scorpio”dan
Tauron-Boğa burcu anlamındaki “Taurus’tan
Virgon-Başak burcu anlamındaki Virgodan
12 Koloni yeni dizinin buluşu değil:70’lerin “Galactica”sının sakinlerinin Cylonlardan kaçmaya başlamadan önceki evleri de “12 Koloni”olarak geçiyordu.Hem eski hem yeni dizi Cylonların bu kolonilere toplu saldırısıyla başlıyor hazırlıksız yakalanan insanlardan kurtulanlar savaş yıldızı Galaktica’nın liderliğindeki bir filoda bir araya gelerek,insanoğlunun varlığını devam ettirebilmek için kaçmaya başlıyorlar.
Orijinal dizide kolonileri “on ikiler konseyi” denen bir kurul yönetiyordu. Hükümetin başı bir Başkan (Adar) bir de silahlı kuvvetlerin başı olan baş kumandan vardı. Adar ve on ikiler konseyi Cylon saldırısında ölen ve Galactica ve filonun yöneticisi Kumandan Adama oluyordu.
Yeni dizide de bir “on ikiler konseyi” var ama görünüşe bakılırsa çok daha dar bir işleve sahip. Çünkü yeni Battlestar Galactica’da siyasi denkleme ayrıca bir de Bakanlık Konseyi katılıyor.Saylon saldırısında Başkan Adar’ın ve kabinenin diğer üyelerinin öldüğü anlaşılınca Eğitim Bakanı Laura Roslin Başkan oluyor.Ve ilk dizinin aksine filo tamamen Kumandan Adama tarafından yönetilmiyor:Sivil yönetimin başında Roslin var, Adama askeri kararları veriyor. Yani dizide tam bir demokrasi de var.
 
      Eski dizide yani ilk versiyonda Starbuck erkekti bu dizide ise bir Erkek Fatma olan Kara THRACE. Apollon eskide bir zenciydi şimdi komutan ADAMA’nın oğlu. Bu gibi birçok farklılık da yeni dizide yer almaktadır.

       
KİM KİMDİR?

Kadro :
Edward James Olmos .... Cmdr. William Adama
Mary McDonnell .... Laura Roslin
Katee Sackhoff .... Lt. Kara 'Starbuck' Thrace
Jamie Bamber .... Capt. Lee 'Apollo' Adama
James Callis .... Dr. Gaius Baltar
Tricia Helfer .... Number 6
Callum Keith Rennie .... Leoben Conoy
Grace Park .... Lt. Sharon 'Boomer' Valerii
Michael Hogan .... Col. Paul Tigh
Matthew Bennett .... Aaron Doral
Paul Campbell .... Billy Keikeya
Aaron Douglas .... Chief Petty Officer Tyrol
Lorena Gale .... Priest Elosha
Barclay Hope .... Transport Pilot
Kandyse McClure .... Petty Officer Dualla

       Sonuçta; bilimkurgu diziler içinde farklı ve ilginç bir konumda bulunan Battlestar  Galactica, bu türe gönül verenler için oldukça ayrı bir yapım olmasıyla esaslı bir övgüyü hak etmektedir. Sizlere tavsiyemiz, bu güzel diziyi ne yapıp edip izlemeye çalışmanızdır. İyi seyirler…
                                                                                                   Mahir ÖZDİLEK

9 Mayıs 2013 Perşembe

Fantastik Edebiyat

Bazıları, fantastik edebiyatı ve sinemayı sanattan, hayattan ve değerli olmaktan uzak sayarlar. Oysa edebiyat baştan sona fantastiktir. Hangi roman veya hikaye tam anlamıyla yaşanmıştır? Hepsi kurgu değil midir? Suç Ve Ceza'da Raskolnikov'un zihin dünyasında geçenler fantastik değil de nedir? Ya Jules Verne? Verne okuyan kuşaklar bugün denizin dibinde ve uzayda dolaşıyorlar. Hayır hayır, bana fantastik edebiyatın boş, gereksiz ve çocuklar için birer masal olduğunu söylemeyin, edebiyat zaten hiç büyümemek ve hep şaşırmaktır.

19 Şubat 2013 Salı

ONLAR


“Demek “onlar”la yaşamaya alıştın. Peki ne zamandır bu şekilde yaşıyorsun?”
Burnunun üstündeki gözlükleriyle karşıma geçmiş bilmiş bilmiş konuşan bu kadından nefret ediyorum. Ama yaklaşık bir aydır onu o kadar sık görüyorum ki nefretim alışkanlığa dönüştü. Annem beni bir rahat bıraksa bir daha bu kadını görmeyeceğim. Her gün annemle kavga ediyorum muayeneye gelmemek için zaten. Sözde psikoloğum olan şu sevimsiz kadın bana inanmıyor, benim deli olduğumu destekleyecek şeyler söylemem için lafı eveleyip geveliyor saatlerce. Hayır canım, ben deli değilim. Ama hayır, anlatmayacağım sana hiçbir şey... Her gün yaptığım gibi bugün de yalan söyleyeceğim sana.
Neden bu insanlar böyle şeyleri bu kadar garipserler anlamıyorum ki. Çocukluğumdan beri oynuyorum, uyuyorum, eğleniyorum, geziyorum onlarla. Sadece kimseye söylemiyordum. Hayatımın hatasını yaptım anneme bu konudan bahsederek. Aslında amacım sadece evde tek başıma kalabileceğimi kanıtlamaktı. Fakat geri tepti, artık hiçbir yerde yalnız kalamıyorum. Annem büyük bir sorunum olduğunu ve kendime bir şey yapabileceğimi düşünüyor. Her zaman garip biri olduğumu söylüyordu zaten. Yaşıtlarımdan farklıymışım.. Elbette öyleyim, ben hiç yalnız kalamıyorum ki. Hepsi mışıl mışıl uyurken, ben gelenlerin konuşmalarını dinlemek zorunda kalıyorum. Onlar evcilik oynarken, ben onların oyunlarına katılmak zorunda kalıyorum. Oynamazsam saçlarımı çekiyorlar, gece uyurken ayaklarımı gıdıklıyorlar. Bana hiç rahat vermiyorlar ki.  Sofrada, televizyon odasında, odamda, okulda, banyoda.  Her yere benimle geliyorlar. Şimdi de bu sıkıcı muayenehanede benimleler. Hatta, koca kafasını tamamen oraya çıkaracak şekilde topuz yapmış sevgili psikoloğumun kucağında oturuyor bir tanesi. Ve o kalkmış bu durumdayken benden sorusuna cevap bekliyor. Gülmekten başka ne yapabilirim ki?
“Mine’ciğim, sana komik bir şey söylemedim ki. Sadece soru sordum. Bahsettiğin arkadaşlarınla ne zamandır birliktesin? Bu benim için çok önemli bir soru. Lütfen şimdi gülme ve bana cevap ver.”
Kahkahalarımı engelleyemiyorum, ama bir şey söylemezsem beni rahat bırakmayacak belli ki. “ Babaannem bize geldiğinden beri. Aslında o getirdi bizim eve onları. Çantasından çıktıklarını gördüm. Minik minik bir yığın karınca. İşte günlerdir öğrenmeye çalıştığın şey bu. Onlar diye bahsettiğim: karınca. Artık gidebilir miyim?”
Şaşkınlık ve kızgınlığın karışımı bir ifadeyle,
“Evet canım, gidebilirsin, ama bu karınca hikayesini annene anlatacağım. Ne cevap verecek bakalım?” diyerek sinirli bir şekilde gülümsedi. O sırada psikoloğun kucağında oturan da fırlayıp topuzun içinde kayboldu. Hemen koltuktan kalktım ve
“Teşekkür ederim” deyip çıktım odadan.  Sanki çok umurumda...  Kime  ne söylerse söylesin...
Bu aslında benim hatırlayabildiğim 8. psikoloğum. Daha öncekiler annemi tatmin edemediği için çocuk psikolojisi dalında üstün başarıları olan bu kadına geliyorum artık. Annem doktora göndermek yerine benimle konuşsa ya da anlatmama izin verse hiçbir sorun kalmayacak aramızda. Eminim ki  anlayacaktır. Tamam, ona kalkıp da ben farklı bir boyutta yaşıyorum demeyeceğim ama en azından değişikliğimi ve yaşadıklarımı anlatabilirim. Bu o kadar da anlaşılmayacak bir şey değil. Geçen sene hava değişikliği iyi gelebilir umuduyla ailece gittiğimiz Bodrum’da tanıştığım o küçük kız da benimle aynı durumdaydı. Hatta sadece onlarla konuşuyordu, ne ailesine ne de başkasına tek kelime söylemiyordu. Çok başarılı doktorlar da kız için “zamana ihtiyacı var, üstüne gitmeyin, yakında konuşmaya başlayacak. Sadece psikolojik bir travma geçiriyor” demişler. Her şeyi buna bağlayacaklar ya... Kızcağız çok çaresizdi, onlardan çok büyük baskı görüyordu. Onu da yakında yanlarına alacaklarını ve her şeyin geçeceğini söylemişler.
Muayenehanenin kapısında beni bekleyen anneme “Hadi gidelim,  doktorla sonra konuşursunuz” dedim. O da hiç düşünmeden “tamam” dedi. Sanırım artık üstüme o kadar gelmeyeceğine söz vermiş kendisine. Büyük bir adım, tebrik ederim anneciğim.
Evet, işte yine odamdayım. Annem salonda psikologla telefonda görüşüyor. Kısık sesle konuştuğu için bir şey duyamıyorum. Eminim birazdan yanıma gelip bana yine korku dolu gözlerle bakacak ve “sana daha ne yapabilirim bilemiyorum” diyecek. Hiçbir şey anneciğim, benim için hiçbir şey yapamazsın.
Yanıma gelen annem yerine onlardan biri oldu. Adları olmadığı için sadece beyaz saçlısı diyebilirim onun için. Zaten hepsinin yüzü  aynı. Sadece saçları farklı  renklerde. Çok sakin biri, böyle gergin olduğum anlarda hep yanıma gelir ve rahatlatır.
“Söyler misin bana, insanlar neden beni hiç anlamaya çalışmıyorlar?”
“Bu onların kavrayabileceği bir şey değil küçüğüm, seni hiçbir zaman anlamayacaklar,” dedi üzgün bir ifadeyle.
“Ama neden? Dünyada benim gibi yaşayan ve ailesine bu durumu kabullendirmiş bir çok çocuk var. Neden annem bu konuyla ilgili her konuştuğumda beni susturmaya çalışıyor?”
“Mine, sana daha önce bunları hiç anlatmadım ama artık yavaş yavaş anlatabilirim sanırım. Bunları aramızda konuştuk. Önümüzdeki hafta 13 yaşında olacaksın ve bu yaş bizim için ilk etap, artık bazı şeyleri öğrenebilecek olgunluğa erişiyorsun.” Oturduğu koltuktan kalkıp yanıma geldi ve tüy kadar hafif eliyle yüzüme dokundu. “Annen zaten her şeyi biliyor tatlım, sadece gerçeği kabul etmek istemiyor.  Kızının diğerleri gibi bir çocuk olması için uğraşıyor sadece. Onun korktuğu geçmişi. Çünkü baban da çocukluğunda fark ettiği özel durumunu yıllarca saklamış biri. Annen, ona aşık olduktan çok sonra öğrendi bu gerçeği. Ama önemsemedi. Daha doğrusu inanmadı. Babanın biraz çılgın biri olduğunu düşündü sadece. O öldüğü sırada 4 yaşındaydın ve annen o zamana kadar sende tuhaf hiçbir şey görmemişti. Fakat kendisine baban tarafından bırakılmış olan bir mektubu okuduğunda çok korktu ve seni korumak istiyor, durumunu anlamamak istemesi de bundan kaynaklanıyor.
Duyduklarım beni çok şaşırtan şeyler değil. Zaten bir şeyler olduğunu tahmin ediyordum.
“O zaman ben ne yapabilirim?” dedim.
Beyaz saçlı tebessüm ederek,
“Hiçbir şey... Annen bir süre sonra her şeyi kabul etmek zorunda kalacak. Sen sadece onun dediği şeyleri yapmaya devam et canım. O annen ve seni çok seviyor.” dedi. Sonra da, “ benim artık gitmem gerekiyor Mine. Lütfen sakin ol ve olacakları kendi haline bırak. Her şey olması gerektiği gibi olacak.” dedi ve ortadan kayboldu.

Ä

Bugün anneme kendimi pek iyi hissetmediğimi söyledim ve psikoloğa gitmekten kurtuldum.  Aslında bir rahatsızlığımın olmadığının farkında ama üstüme gelmek istemiyor. Neden bu kadar zorlaştırıyor ki her şeyi? Biraz konuşsak ikimiz de çok rahatlayacağız, ama bu imkansız bir şey.
Odamda yine yalnız değilim. Kırmızı ve eflatun saçlılar karşımda oturup oyuncak ayım için kavga ediyorlar. Daha çocuk olduklarından oyun oynamayı çok seviyorlar. Çıkardıkları seslere bazen dayanamıyorum. Yunus çığlıklarına benziyor. Ziyaretçilerim arasında benim en sevdiğim beyaz saçlı. Çünkü en sakin ve anlayışlıları o. Ama bazen öyle zamansız geliyorlar ki değil ilgilenmek, görecek halim olmuyor misafirlerimi. Onlarla konuştuğum ya da güldüğüm zaman hep fısıldıyorum. Bu, benim daha küçükken bizi başkalarının da duyabileceği korkusundan edindiğim bir alışkanlık.  Kırmızı ve eflatun saçlı, ayıcıktan sıkılmış olsalar gerek bir hikaye anlatmamı istiyorlar. Ben de yine her zaman anlattığım öyküyü anlatmaya başlıyorum onlara, çünkü en sevdikleri o.  İkisi de suratlarını avuçlarının arasına alıp karşıma geçiyorlar. Başlıyorum: “ Çok büyük bir şehir varmış sadece orada yaşayan insanların bildiği. Bunlar orda doğar, büyür, çalışır, yaşlanır ve ölürlermiş, evreni sadece bu şehirden ibaret sanırlarmış. İşte burada yaşayan Zoya adında bir kıza okulunun ilk günü, bilmediği bir adresten mektup gelmiş, zarfını açarak hemen okumaya başlamış. Satırları bitirdiğinde epey zaman kendine gelememiş, çünkü mektubu yazan kişi başka bir boyuttan, onları kandırdıklarından ve aslında onun kendi kızları olduğundan bahsetmiş. 18 yaşına yeni giren Zoya mektupta yazılanlara inanmamayı tercih etmiş, ama her geçen gün aklını kemirmiş okudukları. Nihayet aldığı mektuba bir cevap vermek istemiş.  Genç kız yazdığı mektupta anlatılanlara inanmadığını, bu şehir dışında var olan tek yerin insanların öldükten sonra bedenlerinin atıldığı “büyük delik” olduğunu belirtmiş. Ölümden çok korkan şehirliler buraya kolay kolay yaklaşamazlarmış ve zaten bölge de silahlı güçler tarafından çok sıkı kontrol altında tutulurmuş.  Sonra da, ailesinin ona yalan söylemediğine inandığını anlatmış ve mektubu geldiği adrese göndermiş. Aradan geçen üç hafta boyunca hiçbir gelişme yaşamayan Zoya bu olayı tamamen unutmuş. Ancak günün birinde, okuldan eve dönerken evlerinin kapısında tanımadığı bir kadınla karşılaşmış. Yabancı, mektubu yazan kişi olduğunu, kızın kendisine inanmadığı için tekrar yazmak yerine bizzat geldiğini ve her ne kadar inanılmaz gelse de onun annesi olduğu söylemiş. Bu sözler karşısında ağlamaya başlayan ve kadından çok sıcak duyguların aktığını hisseden Zoya, yabancıyı içeriye almış ve onu yıllardır annesi bildiği kadınla tanıştırmış. Uzun konuşmalar sonucu durum açıklığa kavuşmuş. Kızın, senelerdir annesi zannettiği kadın gerçeği kabul etmiş; on yedi yıl önce Zoya’yı  “Büyük Delik”in yakınlarında, tek başına, yarı çıplak bir şekilde emeklerken bulduklarını ve olmayan çocukları yerine koyduklarını anlatmış. Aklı tamamen karışan kız gerçek annesi olduğunu iddia eden kadından geldiği yeri ve onu aramak için neden bu kadar beklediklerini anlatmasını istemiş. Kadın Zoya’ya Dünya diye bir yerden bahsetmeye başlamış. Duyduklarına ve bunca yıldır kandırıldığına inanamayan kız, Dünya’dan gelen kadının onu bulmak için çok uğraştığına ve bu kadar zamandır kendisini aramak dışında hiçbir şey yapmadığına ikna olmuş sonunda. İki kadın Zoya’nın karşısında ağlarken kız, öz annesine bu şehirden başka hiçbir yere gitmek istemediğini, onca yıldır alıştığı her şeyi bir anda bırakamayacağını söylemiş. Ama kadın çok ısrar etmiş ve kızını burada daha fazla bırakmamak konusundaki kararlılığını göstermiş. Ne yapacağını bilemeyen Zoya, bir süreliğine gerçek annesinin bahsettiği Dünya adlı yere gitmeyi kabul etmiş. Onların öldükten sonra gidilen yer olarak bildikleri “Büyük Delik”in bulunduğu yere varmışlar. Annesi, oradaki askerlere buraya gelirken durumu anlattığı ve ikna etmeyi başardığı için bir sorun çıkmamış.  Meğerse kızın ve yaşadığı şehirdeki tüm insanların “Büyük Delik” olarak bildiği bu karanlık yer, Dünya’nın başladığı ve kızın hiç tahmin etmediği kadar güzel ve düşünemeyeceği kadar büyük bir yermiş. “Büyük Delik”ten geçer geçmez yaşadığı şehri neredeyse tamamen unutmuş.”
Bu hikayeyi her anlattığımda hikaye bittikten sonra bir süre bana bakmaya devam ederler hep. Çünkü kendilerinin de bu boyuta geldiklerinde kafalarının çok karıştığını ama çok hoşlandıklarını söylerler. Ama tabii onların buraya geliş sebepleri dünyadan hoşlanmaları değil. Aslında ben de tam olarak bilmiyorum, asla kesin cevap vermiyorlar. Sanırım yanıtı ancak o boyuta geçince öğrenebileceğim. Tabii verdikleri sözü tutarlarsa. Bunu gerçekten istiyorum. Çünkü ben dünyaya ait değilim. Burada doğmamın elbet bir sebebi vardır, belki de mavi gezegene çok şeyleri değiştirecek bir çocuk bırakacağım. Beyaz saçlının anlattığına bakılacak olursa bebeğim olunca ister istemez o boyuta geçeceğim zaten, burada kalanlar benim öldüğümü düşünseler de.