23 Mayıs 2013 Perşembe

MASTERS OF SCIENCE FICTION


      Bir özel kanalımızda, bilimkurgu sevenler için kaçırılmaması gereken bir mini dizi yayınlanıyordu. Adı Master Of Science Fiction, yani Bilimkurgunun Efendileri ya da Ustaları olarak çevirebileceğimiz bu dizinin her bölümü, tüm vücudu felçli olan ünlü fizikçi Stephen HAWKING’in metalik bir sesle sunumuyla başlıyor. Burada, adı geçen dizinin yayınlanmış olan berş bölümünü kısaca da olsa yorumlamaya çalışacağız.

      Dizinin ilk bölümü, süper güçlü bir çeşit nükleer silah icat eden Amerikalıların, silahın haddinden fazla yok edici olduğu gerçeğini göz ardı ederek denemeye veya kullanmaya kalkışmasıyla, tüm insanlığı yok etmesi ve geriye sadece bin kişiden az insanın kalmasıyla ilgili oldukça karamsar bir hikâye olmuştur. ABD Başkanı, bu olaydan sonra zihnini kapatmış, yaptığı hiçbir şeyi hatırlamamaktadır. Bayan bir psikolog sabırla ona geçmişini ve yaptığı hatalarını anlatmaya çalışır ama adam inatla sıradan bir mühendis olduğunu ve artık işe gitmesi gerektiğini söyler durur. Uzun uzun yapılan seanslar sonucunda yavaş yavaş yaptıklarını hatırlamaya başlayan Başkan, sonunda alınan kayıtlar ve mahvolmuş bir dünyayı monitörlerden izledikten sonra olayları tamamen hatırlar. Bu arada bunca olayın ağırlığına dayanamayan psikolog bayan da dayanma noktasını aşmış ve son seansta görüşme odasını kilitleyerek eline tabanca almış, güvenlik güçlerinin kapıyı açmalarına yakın bir anda ateş ederek kendini vurmuştur. Gerçeği anlayan Başkan, bir şekilde “Ama biz bir şey yapmasaydık onlar yapacaktı” diyerek savunma yapmaya çalışsa da, kendi eşin ve çocuklarının da yanmış kavrulmuş cesetlerini görünce çöküp kalmıştır. Psikolog kadının intiharından sonra bir sonraki sahnede, Başkanı gene seans odasına gelmiş ve gene eski unutmuş durumuna dönmüş görürüz. Yeni bir psikolog, Başkanı tekrar aynı yöntemlerle sözde tedaviye başlamıştır. Bir çeşit kısırdöngü, suçun büyüklüğünün dehşeti ve geriye ket vurma, insanın hırslarının nelere yol açabileceği ve belki de beklenen kıyametin, insanın kendi elleriyle davet edileceğini anlatan karamsar ama sert ve etkili, kırk beş dakikalık bir yapımdı.

      İkinci bölümde de Irak Savaşı sırasında çölde düşmüş bir helikopter ve her nasılsa içinden sağ çıkmış bir Amerikalı asker görürüz. Ölmüş olan arkadaşına yaklaşırken, Iraklı bir direnişçi elinde silahıyla kum tepelerinin ardından çıkar bağırarak askerin üzerine gelir. İki adam birbirlerini anlamadan bağırırlar çünkü biri Arapça diğeri İngilizce konuşmaktadır. İyice yaklaşırlar, asker, direnişçiye arkadaşına bakması gerektiğini söylerken Iraklı da bir şeyle der ve birden birbirlerini anlamaya başlarlar, diller ayrıdır ama anlamışlardır. Bu sırada kameraya şekilsiz, kehribar renkli, irice bir kütle belirir. Kumda iz bırakmış ve öylece yatmaktadır. Bir sonraki sahnede kütlenin Amerikalılar tarafından aracın birine yüklenişi ve memleketlerine doğru yola çıkarıldığını görürüz.
   
      Bilim adamları bir türlü çözemezler bu esrarengiz kütleyi. Helikopterin düşmesine sebep olan da odur zaten. Ve onu ilk gören askerle direnişçi de çok derin bir hipnoza girmiş gibi aynı şeyleri tekrar edip durmaktadırlar.  Bu arada gizli bir askeri merkeze getirilen kütlenin sırrını çözemeyen hükümet, bir zamanlar UFO vb dosyalar üzerinde çalışmış ve şimdi emekli olmuş bulunan eski bir subayı bir şekilde tekrar iş başına çağırır. Bu subay, LOST dizisinde John LOCKE karakterini oynayan oyuncu aynı zamanda.

      Bu arada kütlenin üzerindeki örtüyü bir şekilde açan ve göz diyebileceğimiz kısma bakan herkes aynı kelimeleri kullanıp durmaktadır. Bu arada benzer kütleler dünyanın her tarafına düşmeye başlar. Ve dünyanın çevresi, dev ve parlak cisimlerle sarılır, her yerdedirler artık. ABD Başkanı, dünya liderleri ve nükleer güce sahip ülkelerle canlı bağlantı kurarak ortak bir harekât plânı kurmaya çalışır. Fakat; dünya liderleri ona katılmaz ve o gizemli güçlerle anlaşma vb isterler. Bu arada sadece ABD nükleer silahlarını atışa hazırlamıştır fakat gizemli dev cisimler silahları kapatmaya başlarlar. Kritik zamanlar geçer ve dünya liderleri ABD Başkanı’na katılmazlar. Bu sırada kahramanımız tutup o gizemli kütlenin “göz”’üne bakar. Bayılır ama kütlenin ne olduğunu çözmüştür ve insanlar yanlış yaparsa dünyanın yok edileceğini anlar. Ağzından çıkan sözler, Başkanın da sözleri olur. Ve sonuçta silahlar ateşlenmez. Bu arada gizemli kitleler birer meleğe dönüşerek, dünyaya bir şans daha vererek çekip giderler. Diziye göre Tanrı, insanlığı işlediği insanlık suçlarında dolayı cezalandıracaktır ama insanlar son anda bir şans daha elde ederler. Bir not düşerek bu bölümü de bitirelim: Başkan da, The X Files yani Gizli Dosyalar’da Sigara İçen Adamı oynayan oyuncudur.

      Üçüncü bölümde, çok az insan DNA’sı ile karıştırılarak “üretilmiş” bir anlamda köle olan insanımsılar vardır. Bunlar mayın temizleme işi dahil pis işlerde kullanılır. Derken bir gün zengin bir çift gelir ve erkek karısına değişik ve genleriyle oynanmış bir hayvan almak ister. Yazı yazabilen minik bir fili beğenir adam. Bu sırada temizlik işlerinde çalışan insansıya kafası takılan kadın, onu almak ister. Şirket karşı çıksa da teklif edilen parayı reddedemez. Kadın, insansıyla ilgilenirken onun da kendine göre müzik vb zevkleri olduğunu, düşünebildiğini görür. Ve insansıların da insan sayılması için bir dava açar. Şirketle karşı karşıya gelirler zira şirket bu insansılardan gelir elde etmektedir. Fakat, dava sonunda insansıların da kişilikleri olduğu kabul edilerek, tümü serbest bırakılır. Yani, söylenilmek istenen, çok az insanımsı özellik de gösterse bir insan asla köle veya hayvan değildir, onların da hakları vardır, savunulmalıdır.

      Dördüncü bölüm, dünyada yapılan bazı deneyler sonucunda insanların genlerinin bozulması ve hilkat garibelerinin ortaya çıkmasıyla ilgilidir. Bu garibanlar bir uzay üssüne tıkarlar ve artık senelerce kimse gidip sormaz hallerini. Hatta, oksijen makineleri bile bozulduğu için uzay üssünü yemyeşil bitkilerle donatarak kendilerine hava sağlarlar. Derken bir gün, dünyadan bir gemi gelir, inanamazlar. Gelen gemi kenetlenir ve içinden oldukça yakışıklı ve bakımlı bir erkek subay çıkar. Epey bir sitem dinledikten sonra, geliş amacını açıklar. Dünyada yayılan bir virüs, hepsini de etkilemeye ve hilkat garibesine çevirmeye başlamıştır, dünyalı bilim adamları da uzay üssündeki garibanlardan alınacak kanların aşı geliştirmek için etkili olabileceği fikriyle onlara bir subaylarını göndermişlerdir. Ve gelen subay da aslında genetik olarak bozulmuştur, vücudu iğrenç kabarcıklarla doludur. Üstekiler eğer kanlarından azar azar vererek aşıya yardımcı olurlarsa, dünyaya dönme hakkını elde edeceklerdir. İkiye ayrılırlar ama dünyaya dönme isteği olanlar ağırlıktadır. Çok sevdikleri liderlerine de karşı gelirler. Derken bir tartışma esnasında liderin en yakın arkadaşı, liderin başına vurarak ölmesine sebep olur. Ve kanlarını verirler, mutlu, huzurludurlar ve hayalleri vardır. Kanları alarak dünyaya dönerler dünyadan gelenler. Ve üstekiler beklemeye başlar. Bir zaman sonra, gemi geri gelir, üstekiler sevinçlidir ve hazırlık yapmaktadırlar. Kenetlenme işlemi gerçekleşir, kapılar açılır ve… Gemi, dünyadan yeni ve daha bozuk garibanlar getirmiştir, aşı işe yaramadığı gibi, bir de dar ve yetersiz olan üsleri daha da kalabalıklaşmıştır. Bu bölüm, önceki liderin sevdiği kadının, onu öldüren adamı öldürmesiyle biter… Burada karşımıza çıkan; insanların vefasızlığı, hayırsızlığı, pisliği ve teknolojideki hırsının sonuçlarıdır. Ve anormal gözüken yok olsun, çöpe gitsin, bizden olmayan gebersin anlayışı vardır. Yani, faşizmin uç noktasıdır burası.

      Beşincide ise, gelecekte insanlar bir tür titanlıkla yönetilmektedir. Ve sadece yeraltında “özgür(!)” yaşayabilmektedirler. Altı ayda sadece on beş dakika dışarıyı ve güneşi görebilmektedirler. Kahramanımız ise bu duruma isyan eden bir yapıdadır. Kafaya koyar ve dış dünyaya kaçacaktır. On beş dakikalık izninde kaçmaya başlar nihayetinde. Bu arada koluna zımbalanmış izleme cihazını da söker atar. Dikenli tellerle çevrili alanı da aşarak özgür dünyaya, dış dünyaya adım atar. Ve dış dünyada efsane kabul edilen direnişçiyi bulur. Bir süre konuşurlarken, on dört yaşındaki bir kız çocuğu koşarak bunara sığınır, peşinde de yeraltı düzeninin polisleri vardır. Kızın suçu, hırsız olduğunu belirterek teslim etmelerini söyler kahramanlarımıza ama polislerin asıl amacının tecavüz olduğunu anlayan kahramanlarımız kızı vermezler. Bu arada bir itişme kakışma yaşanır, polisler direnişçiyi ve kızı vurarak öldürürler, kaçan genç ise eline bir polisin silahını geçirerek kendini korumak üzere ateş eder, bir polisi öldürür, diğerini ise yaralar. Bu sırada takviye kuvvetler gerek, genci yakalarlar ve yeraltına geri götürürler.

      Kahramanımız, ertesi gün beyninin bağlı olduğu garip bir “suçlu sandalyesi” ile on binlerce hukukçunun hafızalarından oluşan ama aslında düzenin acımasız bir aleti olan sana mahkemeye çıkarılır. Sözde bir de avukatı vardır. Ve burada tamamen mantığa dayalı ve hukuken muhteşem bir savunma yapar. Şimdiye dek hiç kimsenin yapamadığını yapar. Bütün kanıtlar aleyhinde düzenlenmesine rağmen dış dünyada vurulan efsanevi direnişçinin ölmeden önceki bilinç görüntülerini mahkemeye sunar ve kendine karşı hazırlanan komployu da açığa çıkarır. Çünkü, bilinç görüntüleri asıl suçluların polisler olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Buna rağmen sanal mahkemede kahramanımızın yanında bulunan iki polisten erkek olanı sık sık duruma müdahale eder. Mahkemede oluşturulan sanal bir jüri de genci haklı ve suçsuz bulur. Ve sanal mahkemenin sistem altyapısı bu duruma dayanamaz ve çöker. Genç, kazanmıştır. Refakatçisi iki polisten bayan olanı kahramanımıza aşık olmuştur bu arada. Ve o da sistemi sorgulamaya başlar. Erkek olan ise hemen duruma müdahale ederek sistemi yeniden başlatmaya gider. Sistem tekrar başlamadan hemen önce genci öldürecek cihazı harekete geçirir ve genç hayatını kaybeder. Bayan polis bu duruma çok üzülür ve ağlamaya başlar. Bu arada sistem yeniden başlar, kahramanımız, sanal mahkeme yargıcının yüzünün göründüğü ekranda görünür. Bayan polis bu duruma bir mana veremez. Genç, polise artık sisteme girdiğini ve adil bir adalet sistemi olmak için sana mücadele vereceğini, kurtuluşun başladığını haber verir. Ve dizi burada biter. Bu bölüm de bir anlamda faşizme, diktatörlüğe, adaletsizliğe karşı insanı ve duyguyu savunan, karamsar gibi görünmesine rağmen umut taşıyan bir bölüm olarak hafızalarımıza kazınır.
                                                                                                                Mahir ÖZDİLEK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder