Bir özel
kanalımızda, bilimkurgu sevenler için kaçırılmaması gereken bir mini dizi
yayınlanıyordu. Adı Master Of Science Fiction, yani Bilimkurgunun Efendileri ya
da Ustaları olarak çevirebileceğimiz bu dizinin her bölümü, tüm vücudu felçli
olan ünlü fizikçi Stephen HAWKING’in metalik bir sesle sunumuyla başlıyor.
Burada, adı geçen dizinin yayınlanmış olan berş bölümünü kısaca da olsa yorumlamaya
çalışacağız.
Dizinin ilk
bölümü, süper güçlü bir çeşit nükleer silah icat eden Amerikalıların, silahın
haddinden fazla yok edici olduğu gerçeğini göz ardı ederek denemeye veya
kullanmaya kalkışmasıyla, tüm insanlığı yok etmesi ve geriye sadece bin kişiden
az insanın kalmasıyla ilgili oldukça karamsar bir hikâye olmuştur. ABD Başkanı,
bu olaydan sonra zihnini kapatmış, yaptığı hiçbir şeyi hatırlamamaktadır. Bayan
bir psikolog sabırla ona geçmişini ve yaptığı hatalarını anlatmaya çalışır ama adam
inatla sıradan bir mühendis olduğunu ve artık işe gitmesi gerektiğini söyler
durur. Uzun uzun yapılan seanslar sonucunda yavaş yavaş yaptıklarını
hatırlamaya başlayan Başkan, sonunda alınan kayıtlar ve mahvolmuş bir dünyayı
monitörlerden izledikten sonra olayları tamamen hatırlar. Bu arada bunca olayın
ağırlığına dayanamayan psikolog bayan da dayanma noktasını aşmış ve son seansta
görüşme odasını kilitleyerek eline tabanca almış, güvenlik güçlerinin kapıyı
açmalarına yakın bir anda ateş ederek kendini vurmuştur. Gerçeği anlayan
Başkan, bir şekilde “Ama biz bir şey yapmasaydık onlar yapacaktı” diyerek
savunma yapmaya çalışsa da, kendi eşin ve çocuklarının da yanmış kavrulmuş
cesetlerini görünce çöküp kalmıştır. Psikolog kadının intiharından sonra bir
sonraki sahnede, Başkanı gene seans odasına gelmiş ve gene eski unutmuş
durumuna dönmüş görürüz. Yeni bir psikolog, Başkanı tekrar aynı yöntemlerle
sözde tedaviye başlamıştır. Bir çeşit kısırdöngü, suçun büyüklüğünün dehşeti ve
geriye ket vurma, insanın hırslarının nelere yol açabileceği ve belki de
beklenen kıyametin, insanın kendi elleriyle davet edileceğini anlatan karamsar
ama sert ve etkili, kırk beş dakikalık bir yapımdı.
İkinci bölümde
de Irak Savaşı sırasında çölde düşmüş bir helikopter ve her nasılsa içinden sağ
çıkmış bir Amerikalı asker görürüz. Ölmüş olan arkadaşına yaklaşırken, Iraklı
bir direnişçi elinde silahıyla kum tepelerinin ardından çıkar bağırarak askerin
üzerine gelir. İki adam birbirlerini anlamadan bağırırlar çünkü biri Arapça diğeri
İngilizce konuşmaktadır. İyice yaklaşırlar, asker, direnişçiye arkadaşına
bakması gerektiğini söylerken Iraklı da bir şeyle der ve birden birbirlerini
anlamaya başlarlar, diller ayrıdır ama anlamışlardır. Bu sırada kameraya
şekilsiz, kehribar renkli, irice bir kütle belirir. Kumda iz bırakmış ve öylece
yatmaktadır. Bir sonraki sahnede kütlenin Amerikalılar tarafından aracın birine
yüklenişi ve memleketlerine doğru yola çıkarıldığını görürüz.
Bilim adamları
bir türlü çözemezler bu esrarengiz kütleyi. Helikopterin düşmesine sebep olan
da odur zaten. Ve onu ilk gören askerle direnişçi de çok derin bir hipnoza
girmiş gibi aynı şeyleri tekrar edip durmaktadırlar. Bu arada gizli bir askeri merkeze getirilen
kütlenin sırrını çözemeyen hükümet, bir zamanlar UFO vb dosyalar üzerinde
çalışmış ve şimdi emekli olmuş bulunan eski bir subayı bir şekilde tekrar iş
başına çağırır. Bu subay, LOST dizisinde John LOCKE karakterini oynayan oyuncu
aynı zamanda.
Bu arada
kütlenin üzerindeki örtüyü bir şekilde açan ve göz diyebileceğimiz kısma bakan
herkes aynı kelimeleri kullanıp durmaktadır. Bu arada benzer kütleler dünyanın
her tarafına düşmeye başlar. Ve dünyanın çevresi, dev ve parlak cisimlerle
sarılır, her yerdedirler artık. ABD Başkanı, dünya liderleri ve nükleer güce
sahip ülkelerle canlı bağlantı kurarak ortak bir harekât plânı kurmaya çalışır.
Fakat; dünya liderleri ona katılmaz ve o gizemli güçlerle anlaşma vb isterler.
Bu arada sadece ABD nükleer silahlarını atışa hazırlamıştır fakat gizemli dev cisimler
silahları kapatmaya başlarlar. Kritik zamanlar geçer ve dünya liderleri ABD
Başkanı’na katılmazlar. Bu sırada kahramanımız tutup o gizemli kütlenin
“göz”’üne bakar. Bayılır ama kütlenin ne olduğunu çözmüştür ve insanlar yanlış
yaparsa dünyanın yok edileceğini anlar. Ağzından çıkan sözler, Başkanın da
sözleri olur. Ve sonuçta silahlar ateşlenmez. Bu arada gizemli kitleler birer
meleğe dönüşerek, dünyaya bir şans daha vererek çekip giderler. Diziye göre
Tanrı, insanlığı işlediği insanlık suçlarında dolayı cezalandıracaktır ama
insanlar son anda bir şans daha elde ederler. Bir not düşerek bu bölümü de
bitirelim: Başkan da, The X Files yani Gizli Dosyalar’da Sigara İçen Adamı
oynayan oyuncudur.
Üçüncü bölümde,
çok az insan DNA’sı ile karıştırılarak “üretilmiş” bir anlamda köle olan
insanımsılar vardır. Bunlar mayın temizleme işi dahil pis işlerde kullanılır.
Derken bir gün zengin bir çift gelir ve erkek karısına değişik ve genleriyle
oynanmış bir hayvan almak ister. Yazı yazabilen minik bir fili beğenir adam. Bu
sırada temizlik işlerinde çalışan insansıya kafası takılan kadın, onu almak
ister. Şirket karşı çıksa da teklif edilen parayı reddedemez. Kadın, insansıyla
ilgilenirken onun da kendine göre müzik vb zevkleri olduğunu, düşünebildiğini
görür. Ve insansıların da insan sayılması için bir dava açar. Şirketle karşı
karşıya gelirler zira şirket bu insansılardan gelir elde etmektedir. Fakat,
dava sonunda insansıların da kişilikleri olduğu kabul edilerek, tümü serbest
bırakılır. Yani, söylenilmek istenen, çok az insanımsı özellik de gösterse bir
insan asla köle veya hayvan değildir, onların da hakları vardır,
savunulmalıdır.
Dördüncü bölüm,
dünyada yapılan bazı deneyler sonucunda insanların genlerinin bozulması ve
hilkat garibelerinin ortaya çıkmasıyla ilgilidir. Bu garibanlar bir uzay üssüne
tıkarlar ve artık senelerce kimse gidip sormaz hallerini. Hatta, oksijen
makineleri bile bozulduğu için uzay üssünü yemyeşil bitkilerle donatarak
kendilerine hava sağlarlar. Derken bir gün, dünyadan bir gemi gelir,
inanamazlar. Gelen gemi kenetlenir ve içinden oldukça yakışıklı ve bakımlı bir
erkek subay çıkar. Epey bir sitem dinledikten sonra, geliş amacını açıklar.
Dünyada yayılan bir virüs, hepsini de etkilemeye ve hilkat garibesine çevirmeye
başlamıştır, dünyalı bilim adamları da uzay üssündeki garibanlardan alınacak
kanların aşı geliştirmek için etkili olabileceği fikriyle onlara bir
subaylarını göndermişlerdir. Ve gelen subay da aslında genetik olarak
bozulmuştur, vücudu iğrenç kabarcıklarla doludur. Üstekiler eğer kanlarından
azar azar vererek aşıya yardımcı olurlarsa, dünyaya dönme hakkını elde
edeceklerdir. İkiye ayrılırlar ama dünyaya dönme isteği olanlar ağırlıktadır.
Çok sevdikleri liderlerine de karşı gelirler. Derken bir tartışma esnasında
liderin en yakın arkadaşı, liderin başına vurarak ölmesine sebep olur. Ve
kanlarını verirler, mutlu, huzurludurlar ve hayalleri vardır. Kanları alarak
dünyaya dönerler dünyadan gelenler. Ve üstekiler beklemeye başlar. Bir zaman
sonra, gemi geri gelir, üstekiler sevinçlidir ve hazırlık yapmaktadırlar.
Kenetlenme işlemi gerçekleşir, kapılar açılır ve… Gemi, dünyadan yeni ve daha
bozuk garibanlar getirmiştir, aşı işe yaramadığı gibi, bir de dar ve yetersiz
olan üsleri daha da kalabalıklaşmıştır. Bu bölüm, önceki liderin sevdiği
kadının, onu öldüren adamı öldürmesiyle biter… Burada karşımıza çıkan; insanların
vefasızlığı, hayırsızlığı, pisliği ve teknolojideki hırsının sonuçlarıdır. Ve
anormal gözüken yok olsun, çöpe gitsin, bizden olmayan gebersin anlayışı
vardır. Yani, faşizmin uç noktasıdır burası.
Beşincide ise,
gelecekte insanlar bir tür titanlıkla yönetilmektedir. Ve sadece yeraltında
“özgür(!)” yaşayabilmektedirler. Altı ayda sadece on beş dakika dışarıyı ve
güneşi görebilmektedirler. Kahramanımız ise bu duruma isyan eden bir yapıdadır.
Kafaya koyar ve dış dünyaya kaçacaktır. On beş dakikalık izninde kaçmaya başlar
nihayetinde. Bu arada koluna zımbalanmış izleme cihazını da söker atar. Dikenli
tellerle çevrili alanı da aşarak özgür dünyaya, dış dünyaya adım atar. Ve dış
dünyada efsane kabul edilen direnişçiyi bulur. Bir süre konuşurlarken, on dört
yaşındaki bir kız çocuğu koşarak bunara sığınır, peşinde de yeraltı düzeninin
polisleri vardır. Kızın suçu, hırsız olduğunu belirterek teslim etmelerini
söyler kahramanlarımıza ama polislerin asıl amacının tecavüz olduğunu anlayan
kahramanlarımız kızı vermezler. Bu arada bir itişme kakışma yaşanır, polisler
direnişçiyi ve kızı vurarak öldürürler, kaçan genç ise eline bir polisin
silahını geçirerek kendini korumak üzere ateş eder, bir polisi öldürür,
diğerini ise yaralar. Bu sırada takviye kuvvetler gerek, genci yakalarlar ve
yeraltına geri götürürler.
Kahramanımız,
ertesi gün beyninin bağlı olduğu garip bir “suçlu sandalyesi” ile on binlerce hukukçunun
hafızalarından oluşan ama aslında düzenin acımasız bir aleti olan sana
mahkemeye çıkarılır. Sözde bir de avukatı vardır. Ve burada tamamen mantığa
dayalı ve hukuken muhteşem bir savunma yapar. Şimdiye dek hiç kimsenin
yapamadığını yapar. Bütün kanıtlar aleyhinde düzenlenmesine rağmen dış dünyada
vurulan efsanevi direnişçinin ölmeden önceki bilinç görüntülerini mahkemeye
sunar ve kendine karşı hazırlanan komployu da açığa çıkarır. Çünkü, bilinç
görüntüleri asıl suçluların polisler olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Buna
rağmen sanal mahkemede kahramanımızın yanında bulunan iki polisten erkek olanı
sık sık duruma müdahale eder. Mahkemede oluşturulan sanal bir jüri de genci
haklı ve suçsuz bulur. Ve sanal mahkemenin sistem altyapısı bu duruma dayanamaz
ve çöker. Genç, kazanmıştır. Refakatçisi iki polisten bayan olanı kahramanımıza
aşık olmuştur bu arada. Ve o da sistemi sorgulamaya başlar. Erkek olan ise
hemen duruma müdahale ederek sistemi yeniden başlatmaya gider. Sistem tekrar
başlamadan hemen önce genci öldürecek cihazı harekete geçirir ve genç hayatını
kaybeder. Bayan polis bu duruma çok üzülür ve ağlamaya başlar. Bu arada sistem
yeniden başlar, kahramanımız, sanal mahkeme yargıcının yüzünün göründüğü
ekranda görünür. Bayan polis bu duruma bir mana veremez. Genç, polise artık
sisteme girdiğini ve adil bir adalet sistemi olmak için sana mücadele
vereceğini, kurtuluşun başladığını haber verir. Ve dizi burada biter. Bu bölüm
de bir anlamda faşizme, diktatörlüğe, adaletsizliğe karşı insanı ve duyguyu
savunan, karamsar gibi görünmesine rağmen umut taşıyan bir bölüm olarak
hafızalarımıza kazınır.
Mahir ÖZDİLEK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder