19 Şubat 2013 Salı

ONLAR


“Demek “onlar”la yaşamaya alıştın. Peki ne zamandır bu şekilde yaşıyorsun?”
Burnunun üstündeki gözlükleriyle karşıma geçmiş bilmiş bilmiş konuşan bu kadından nefret ediyorum. Ama yaklaşık bir aydır onu o kadar sık görüyorum ki nefretim alışkanlığa dönüştü. Annem beni bir rahat bıraksa bir daha bu kadını görmeyeceğim. Her gün annemle kavga ediyorum muayeneye gelmemek için zaten. Sözde psikoloğum olan şu sevimsiz kadın bana inanmıyor, benim deli olduğumu destekleyecek şeyler söylemem için lafı eveleyip geveliyor saatlerce. Hayır canım, ben deli değilim. Ama hayır, anlatmayacağım sana hiçbir şey... Her gün yaptığım gibi bugün de yalan söyleyeceğim sana.
Neden bu insanlar böyle şeyleri bu kadar garipserler anlamıyorum ki. Çocukluğumdan beri oynuyorum, uyuyorum, eğleniyorum, geziyorum onlarla. Sadece kimseye söylemiyordum. Hayatımın hatasını yaptım anneme bu konudan bahsederek. Aslında amacım sadece evde tek başıma kalabileceğimi kanıtlamaktı. Fakat geri tepti, artık hiçbir yerde yalnız kalamıyorum. Annem büyük bir sorunum olduğunu ve kendime bir şey yapabileceğimi düşünüyor. Her zaman garip biri olduğumu söylüyordu zaten. Yaşıtlarımdan farklıymışım.. Elbette öyleyim, ben hiç yalnız kalamıyorum ki. Hepsi mışıl mışıl uyurken, ben gelenlerin konuşmalarını dinlemek zorunda kalıyorum. Onlar evcilik oynarken, ben onların oyunlarına katılmak zorunda kalıyorum. Oynamazsam saçlarımı çekiyorlar, gece uyurken ayaklarımı gıdıklıyorlar. Bana hiç rahat vermiyorlar ki.  Sofrada, televizyon odasında, odamda, okulda, banyoda.  Her yere benimle geliyorlar. Şimdi de bu sıkıcı muayenehanede benimleler. Hatta, koca kafasını tamamen oraya çıkaracak şekilde topuz yapmış sevgili psikoloğumun kucağında oturuyor bir tanesi. Ve o kalkmış bu durumdayken benden sorusuna cevap bekliyor. Gülmekten başka ne yapabilirim ki?
“Mine’ciğim, sana komik bir şey söylemedim ki. Sadece soru sordum. Bahsettiğin arkadaşlarınla ne zamandır birliktesin? Bu benim için çok önemli bir soru. Lütfen şimdi gülme ve bana cevap ver.”
Kahkahalarımı engelleyemiyorum, ama bir şey söylemezsem beni rahat bırakmayacak belli ki. “ Babaannem bize geldiğinden beri. Aslında o getirdi bizim eve onları. Çantasından çıktıklarını gördüm. Minik minik bir yığın karınca. İşte günlerdir öğrenmeye çalıştığın şey bu. Onlar diye bahsettiğim: karınca. Artık gidebilir miyim?”
Şaşkınlık ve kızgınlığın karışımı bir ifadeyle,
“Evet canım, gidebilirsin, ama bu karınca hikayesini annene anlatacağım. Ne cevap verecek bakalım?” diyerek sinirli bir şekilde gülümsedi. O sırada psikoloğun kucağında oturan da fırlayıp topuzun içinde kayboldu. Hemen koltuktan kalktım ve
“Teşekkür ederim” deyip çıktım odadan.  Sanki çok umurumda...  Kime  ne söylerse söylesin...
Bu aslında benim hatırlayabildiğim 8. psikoloğum. Daha öncekiler annemi tatmin edemediği için çocuk psikolojisi dalında üstün başarıları olan bu kadına geliyorum artık. Annem doktora göndermek yerine benimle konuşsa ya da anlatmama izin verse hiçbir sorun kalmayacak aramızda. Eminim ki  anlayacaktır. Tamam, ona kalkıp da ben farklı bir boyutta yaşıyorum demeyeceğim ama en azından değişikliğimi ve yaşadıklarımı anlatabilirim. Bu o kadar da anlaşılmayacak bir şey değil. Geçen sene hava değişikliği iyi gelebilir umuduyla ailece gittiğimiz Bodrum’da tanıştığım o küçük kız da benimle aynı durumdaydı. Hatta sadece onlarla konuşuyordu, ne ailesine ne de başkasına tek kelime söylemiyordu. Çok başarılı doktorlar da kız için “zamana ihtiyacı var, üstüne gitmeyin, yakında konuşmaya başlayacak. Sadece psikolojik bir travma geçiriyor” demişler. Her şeyi buna bağlayacaklar ya... Kızcağız çok çaresizdi, onlardan çok büyük baskı görüyordu. Onu da yakında yanlarına alacaklarını ve her şeyin geçeceğini söylemişler.
Muayenehanenin kapısında beni bekleyen anneme “Hadi gidelim,  doktorla sonra konuşursunuz” dedim. O da hiç düşünmeden “tamam” dedi. Sanırım artık üstüme o kadar gelmeyeceğine söz vermiş kendisine. Büyük bir adım, tebrik ederim anneciğim.
Evet, işte yine odamdayım. Annem salonda psikologla telefonda görüşüyor. Kısık sesle konuştuğu için bir şey duyamıyorum. Eminim birazdan yanıma gelip bana yine korku dolu gözlerle bakacak ve “sana daha ne yapabilirim bilemiyorum” diyecek. Hiçbir şey anneciğim, benim için hiçbir şey yapamazsın.
Yanıma gelen annem yerine onlardan biri oldu. Adları olmadığı için sadece beyaz saçlısı diyebilirim onun için. Zaten hepsinin yüzü  aynı. Sadece saçları farklı  renklerde. Çok sakin biri, böyle gergin olduğum anlarda hep yanıma gelir ve rahatlatır.
“Söyler misin bana, insanlar neden beni hiç anlamaya çalışmıyorlar?”
“Bu onların kavrayabileceği bir şey değil küçüğüm, seni hiçbir zaman anlamayacaklar,” dedi üzgün bir ifadeyle.
“Ama neden? Dünyada benim gibi yaşayan ve ailesine bu durumu kabullendirmiş bir çok çocuk var. Neden annem bu konuyla ilgili her konuştuğumda beni susturmaya çalışıyor?”
“Mine, sana daha önce bunları hiç anlatmadım ama artık yavaş yavaş anlatabilirim sanırım. Bunları aramızda konuştuk. Önümüzdeki hafta 13 yaşında olacaksın ve bu yaş bizim için ilk etap, artık bazı şeyleri öğrenebilecek olgunluğa erişiyorsun.” Oturduğu koltuktan kalkıp yanıma geldi ve tüy kadar hafif eliyle yüzüme dokundu. “Annen zaten her şeyi biliyor tatlım, sadece gerçeği kabul etmek istemiyor.  Kızının diğerleri gibi bir çocuk olması için uğraşıyor sadece. Onun korktuğu geçmişi. Çünkü baban da çocukluğunda fark ettiği özel durumunu yıllarca saklamış biri. Annen, ona aşık olduktan çok sonra öğrendi bu gerçeği. Ama önemsemedi. Daha doğrusu inanmadı. Babanın biraz çılgın biri olduğunu düşündü sadece. O öldüğü sırada 4 yaşındaydın ve annen o zamana kadar sende tuhaf hiçbir şey görmemişti. Fakat kendisine baban tarafından bırakılmış olan bir mektubu okuduğunda çok korktu ve seni korumak istiyor, durumunu anlamamak istemesi de bundan kaynaklanıyor.
Duyduklarım beni çok şaşırtan şeyler değil. Zaten bir şeyler olduğunu tahmin ediyordum.
“O zaman ben ne yapabilirim?” dedim.
Beyaz saçlı tebessüm ederek,
“Hiçbir şey... Annen bir süre sonra her şeyi kabul etmek zorunda kalacak. Sen sadece onun dediği şeyleri yapmaya devam et canım. O annen ve seni çok seviyor.” dedi. Sonra da, “ benim artık gitmem gerekiyor Mine. Lütfen sakin ol ve olacakları kendi haline bırak. Her şey olması gerektiği gibi olacak.” dedi ve ortadan kayboldu.

Ä

Bugün anneme kendimi pek iyi hissetmediğimi söyledim ve psikoloğa gitmekten kurtuldum.  Aslında bir rahatsızlığımın olmadığının farkında ama üstüme gelmek istemiyor. Neden bu kadar zorlaştırıyor ki her şeyi? Biraz konuşsak ikimiz de çok rahatlayacağız, ama bu imkansız bir şey.
Odamda yine yalnız değilim. Kırmızı ve eflatun saçlılar karşımda oturup oyuncak ayım için kavga ediyorlar. Daha çocuk olduklarından oyun oynamayı çok seviyorlar. Çıkardıkları seslere bazen dayanamıyorum. Yunus çığlıklarına benziyor. Ziyaretçilerim arasında benim en sevdiğim beyaz saçlı. Çünkü en sakin ve anlayışlıları o. Ama bazen öyle zamansız geliyorlar ki değil ilgilenmek, görecek halim olmuyor misafirlerimi. Onlarla konuştuğum ya da güldüğüm zaman hep fısıldıyorum. Bu, benim daha küçükken bizi başkalarının da duyabileceği korkusundan edindiğim bir alışkanlık.  Kırmızı ve eflatun saçlı, ayıcıktan sıkılmış olsalar gerek bir hikaye anlatmamı istiyorlar. Ben de yine her zaman anlattığım öyküyü anlatmaya başlıyorum onlara, çünkü en sevdikleri o.  İkisi de suratlarını avuçlarının arasına alıp karşıma geçiyorlar. Başlıyorum: “ Çok büyük bir şehir varmış sadece orada yaşayan insanların bildiği. Bunlar orda doğar, büyür, çalışır, yaşlanır ve ölürlermiş, evreni sadece bu şehirden ibaret sanırlarmış. İşte burada yaşayan Zoya adında bir kıza okulunun ilk günü, bilmediği bir adresten mektup gelmiş, zarfını açarak hemen okumaya başlamış. Satırları bitirdiğinde epey zaman kendine gelememiş, çünkü mektubu yazan kişi başka bir boyuttan, onları kandırdıklarından ve aslında onun kendi kızları olduğundan bahsetmiş. 18 yaşına yeni giren Zoya mektupta yazılanlara inanmamayı tercih etmiş, ama her geçen gün aklını kemirmiş okudukları. Nihayet aldığı mektuba bir cevap vermek istemiş.  Genç kız yazdığı mektupta anlatılanlara inanmadığını, bu şehir dışında var olan tek yerin insanların öldükten sonra bedenlerinin atıldığı “büyük delik” olduğunu belirtmiş. Ölümden çok korkan şehirliler buraya kolay kolay yaklaşamazlarmış ve zaten bölge de silahlı güçler tarafından çok sıkı kontrol altında tutulurmuş.  Sonra da, ailesinin ona yalan söylemediğine inandığını anlatmış ve mektubu geldiği adrese göndermiş. Aradan geçen üç hafta boyunca hiçbir gelişme yaşamayan Zoya bu olayı tamamen unutmuş. Ancak günün birinde, okuldan eve dönerken evlerinin kapısında tanımadığı bir kadınla karşılaşmış. Yabancı, mektubu yazan kişi olduğunu, kızın kendisine inanmadığı için tekrar yazmak yerine bizzat geldiğini ve her ne kadar inanılmaz gelse de onun annesi olduğu söylemiş. Bu sözler karşısında ağlamaya başlayan ve kadından çok sıcak duyguların aktığını hisseden Zoya, yabancıyı içeriye almış ve onu yıllardır annesi bildiği kadınla tanıştırmış. Uzun konuşmalar sonucu durum açıklığa kavuşmuş. Kızın, senelerdir annesi zannettiği kadın gerçeği kabul etmiş; on yedi yıl önce Zoya’yı  “Büyük Delik”in yakınlarında, tek başına, yarı çıplak bir şekilde emeklerken bulduklarını ve olmayan çocukları yerine koyduklarını anlatmış. Aklı tamamen karışan kız gerçek annesi olduğunu iddia eden kadından geldiği yeri ve onu aramak için neden bu kadar beklediklerini anlatmasını istemiş. Kadın Zoya’ya Dünya diye bir yerden bahsetmeye başlamış. Duyduklarına ve bunca yıldır kandırıldığına inanamayan kız, Dünya’dan gelen kadının onu bulmak için çok uğraştığına ve bu kadar zamandır kendisini aramak dışında hiçbir şey yapmadığına ikna olmuş sonunda. İki kadın Zoya’nın karşısında ağlarken kız, öz annesine bu şehirden başka hiçbir yere gitmek istemediğini, onca yıldır alıştığı her şeyi bir anda bırakamayacağını söylemiş. Ama kadın çok ısrar etmiş ve kızını burada daha fazla bırakmamak konusundaki kararlılığını göstermiş. Ne yapacağını bilemeyen Zoya, bir süreliğine gerçek annesinin bahsettiği Dünya adlı yere gitmeyi kabul etmiş. Onların öldükten sonra gidilen yer olarak bildikleri “Büyük Delik”in bulunduğu yere varmışlar. Annesi, oradaki askerlere buraya gelirken durumu anlattığı ve ikna etmeyi başardığı için bir sorun çıkmamış.  Meğerse kızın ve yaşadığı şehirdeki tüm insanların “Büyük Delik” olarak bildiği bu karanlık yer, Dünya’nın başladığı ve kızın hiç tahmin etmediği kadar güzel ve düşünemeyeceği kadar büyük bir yermiş. “Büyük Delik”ten geçer geçmez yaşadığı şehri neredeyse tamamen unutmuş.”
Bu hikayeyi her anlattığımda hikaye bittikten sonra bir süre bana bakmaya devam ederler hep. Çünkü kendilerinin de bu boyuta geldiklerinde kafalarının çok karıştığını ama çok hoşlandıklarını söylerler. Ama tabii onların buraya geliş sebepleri dünyadan hoşlanmaları değil. Aslında ben de tam olarak bilmiyorum, asla kesin cevap vermiyorlar. Sanırım yanıtı ancak o boyuta geçince öğrenebileceğim. Tabii verdikleri sözü tutarlarsa. Bunu gerçekten istiyorum. Çünkü ben dünyaya ait değilim. Burada doğmamın elbet bir sebebi vardır, belki de mavi gezegene çok şeyleri değiştirecek bir çocuk bırakacağım. Beyaz saçlının anlattığına bakılacak olursa bebeğim olunca ister istemez o boyuta geçeceğim zaten, burada kalanlar benim öldüğümü düşünseler de. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder