“Demek
“onlar”la yaşamaya alıştın. Peki ne zamandır bu şekilde yaşıyorsun?”
Burnunun
üstündeki gözlükleriyle karşıma geçmiş bilmiş bilmiş konuşan bu kadından nefret
ediyorum. Ama yaklaşık bir aydır onu o kadar sık görüyorum ki nefretim
alışkanlığa dönüştü. Annem beni bir rahat bıraksa bir daha bu kadını
görmeyeceğim. Her gün annemle kavga ediyorum muayeneye gelmemek için zaten.
Sözde psikoloğum olan şu sevimsiz kadın bana inanmıyor, benim deli olduğumu
destekleyecek şeyler söylemem için lafı eveleyip geveliyor saatlerce. Hayır
canım, ben deli değilim. Ama hayır, anlatmayacağım sana hiçbir şey... Her gün
yaptığım gibi bugün de yalan söyleyeceğim sana.
Neden bu
insanlar böyle şeyleri bu kadar garipserler anlamıyorum ki. Çocukluğumdan beri
oynuyorum, uyuyorum, eğleniyorum, geziyorum onlarla. Sadece kimseye
söylemiyordum. Hayatımın hatasını yaptım anneme bu konudan bahsederek. Aslında
amacım sadece evde tek başıma kalabileceğimi kanıtlamaktı. Fakat geri tepti,
artık hiçbir yerde yalnız kalamıyorum. Annem büyük bir sorunum olduğunu ve
kendime bir şey yapabileceğimi düşünüyor. Her zaman garip biri olduğumu söylüyordu
zaten. Yaşıtlarımdan farklıymışım.. Elbette öyleyim, ben hiç yalnız kalamıyorum
ki. Hepsi mışıl mışıl uyurken, ben gelenlerin konuşmalarını dinlemek zorunda
kalıyorum. Onlar evcilik oynarken, ben onların oyunlarına katılmak zorunda
kalıyorum. Oynamazsam saçlarımı çekiyorlar, gece uyurken ayaklarımı
gıdıklıyorlar. Bana hiç rahat vermiyorlar ki.
Sofrada, televizyon odasında, odamda, okulda, banyoda. Her yere benimle geliyorlar. Şimdi de bu
sıkıcı muayenehanede benimleler. Hatta, koca kafasını tamamen oraya çıkaracak
şekilde topuz yapmış sevgili psikoloğumun kucağında oturuyor bir tanesi. Ve o
kalkmış bu durumdayken benden sorusuna cevap bekliyor. Gülmekten başka ne
yapabilirim ki?
“Mine’ciğim, sana
komik bir şey söylemedim ki. Sadece soru sordum. Bahsettiğin arkadaşlarınla ne
zamandır birliktesin? Bu benim için çok önemli bir soru. Lütfen şimdi gülme ve
bana cevap ver.”
Kahkahalarımı
engelleyemiyorum, ama bir şey söylemezsem beni rahat bırakmayacak belli ki. “
Babaannem bize geldiğinden beri. Aslında o getirdi bizim eve onları.
Çantasından çıktıklarını gördüm. Minik minik bir yığın karınca. İşte günlerdir
öğrenmeye çalıştığın şey bu. Onlar diye bahsettiğim: karınca. Artık gidebilir
miyim?”
Şaşkınlık ve
kızgınlığın karışımı bir ifadeyle,
“Evet canım,
gidebilirsin, ama bu karınca hikayesini annene anlatacağım. Ne cevap verecek
bakalım?” diyerek sinirli bir şekilde gülümsedi. O sırada psikoloğun kucağında
oturan da fırlayıp topuzun içinde kayboldu. Hemen koltuktan kalktım ve
“Teşekkür
ederim” deyip çıktım odadan. Sanki çok
umurumda... Kime ne söylerse söylesin...
Bu aslında
benim hatırlayabildiğim 8. psikoloğum. Daha öncekiler annemi tatmin edemediği
için çocuk psikolojisi dalında üstün başarıları olan bu kadına geliyorum artık.
Annem doktora göndermek yerine benimle konuşsa ya da anlatmama izin verse
hiçbir sorun kalmayacak aramızda. Eminim ki anlayacaktır. Tamam, ona kalkıp da ben farklı
bir boyutta yaşıyorum demeyeceğim ama en azından değişikliğimi ve yaşadıklarımı
anlatabilirim. Bu o kadar da anlaşılmayacak bir şey değil. Geçen sene hava
değişikliği iyi gelebilir umuduyla ailece gittiğimiz Bodrum’da tanıştığım o
küçük kız da benimle aynı durumdaydı. Hatta sadece onlarla konuşuyordu, ne
ailesine ne de başkasına tek kelime söylemiyordu. Çok başarılı doktorlar da kız
için “zamana ihtiyacı var, üstüne gitmeyin, yakında konuşmaya başlayacak.
Sadece psikolojik bir travma geçiriyor” demişler. Her şeyi buna bağlayacaklar
ya... Kızcağız çok çaresizdi, onlardan çok büyük baskı görüyordu. Onu da
yakında yanlarına alacaklarını ve her şeyin geçeceğini söylemişler.
Muayenehanenin
kapısında beni bekleyen anneme “Hadi gidelim,
doktorla sonra konuşursunuz” dedim. O da hiç düşünmeden “tamam” dedi.
Sanırım artık üstüme o kadar gelmeyeceğine söz vermiş kendisine. Büyük bir
adım, tebrik ederim anneciğim.
Evet, işte
yine odamdayım. Annem salonda psikologla telefonda görüşüyor. Kısık sesle
konuştuğu için bir şey duyamıyorum. Eminim birazdan yanıma gelip bana yine
korku dolu gözlerle bakacak ve “sana daha ne yapabilirim bilemiyorum” diyecek.
Hiçbir şey anneciğim, benim için hiçbir şey yapamazsın.
Yanıma gelen
annem yerine onlardan biri oldu. Adları olmadığı için sadece beyaz saçlısı
diyebilirim onun için. Zaten hepsinin yüzü
aynı. Sadece saçları farklı renklerde.
Çok sakin biri, böyle gergin olduğum anlarda hep yanıma gelir ve rahatlatır.
“Söyler misin
bana, insanlar neden beni hiç anlamaya çalışmıyorlar?”
“Bu onların kavrayabileceği
bir şey değil küçüğüm, seni hiçbir zaman anlamayacaklar,” dedi üzgün bir
ifadeyle.
“Ama neden?
Dünyada benim gibi yaşayan ve ailesine bu durumu kabullendirmiş bir çok çocuk
var. Neden annem bu konuyla ilgili her konuştuğumda beni susturmaya çalışıyor?”
“Mine, sana
daha önce bunları hiç anlatmadım ama artık yavaş yavaş anlatabilirim sanırım.
Bunları aramızda konuştuk. Önümüzdeki hafta 13 yaşında olacaksın ve bu yaş bizim
için ilk etap, artık bazı şeyleri öğrenebilecek olgunluğa erişiyorsun.” Oturduğu
koltuktan kalkıp yanıma geldi ve tüy kadar hafif eliyle yüzüme dokundu. “Annen
zaten her şeyi biliyor tatlım, sadece gerçeği kabul etmek istemiyor. Kızının diğerleri gibi bir çocuk olması için
uğraşıyor sadece. Onun korktuğu geçmişi. Çünkü baban da çocukluğunda fark
ettiği özel durumunu yıllarca saklamış biri. Annen, ona aşık olduktan çok sonra
öğrendi bu gerçeği. Ama önemsemedi. Daha doğrusu inanmadı. Babanın biraz çılgın
biri olduğunu düşündü sadece. O öldüğü sırada 4 yaşındaydın ve annen o zamana
kadar sende tuhaf hiçbir şey görmemişti. Fakat kendisine baban tarafından
bırakılmış olan bir mektubu okuduğunda çok korktu ve seni korumak istiyor,
durumunu anlamamak istemesi de bundan kaynaklanıyor.
Duyduklarım
beni çok şaşırtan şeyler değil. Zaten bir şeyler olduğunu tahmin ediyordum.
“O zaman ben
ne yapabilirim?” dedim.
Beyaz saçlı
tebessüm ederek,
“Hiçbir şey...
Annen bir süre sonra her şeyi kabul etmek zorunda kalacak. Sen sadece onun
dediği şeyleri yapmaya devam et canım. O annen ve seni çok seviyor.” dedi.
Sonra da, “ benim artık gitmem gerekiyor Mine. Lütfen sakin ol ve olacakları
kendi haline bırak. Her şey olması gerektiği gibi olacak.” dedi ve ortadan
kayboldu.
Ä
Bugün anneme
kendimi pek iyi hissetmediğimi söyledim ve psikoloğa gitmekten kurtuldum. Aslında bir rahatsızlığımın olmadığının
farkında ama üstüme gelmek istemiyor. Neden bu kadar zorlaştırıyor ki her şeyi?
Biraz konuşsak ikimiz de çok rahatlayacağız, ama bu imkansız bir şey.
Odamda yine
yalnız değilim. Kırmızı ve eflatun saçlılar karşımda oturup oyuncak ayım için
kavga ediyorlar. Daha çocuk olduklarından oyun oynamayı çok seviyorlar.
Çıkardıkları seslere bazen dayanamıyorum. Yunus çığlıklarına benziyor. Ziyaretçilerim
arasında benim en sevdiğim beyaz saçlı. Çünkü en sakin ve anlayışlıları o. Ama
bazen öyle zamansız geliyorlar ki değil ilgilenmek, görecek halim olmuyor
misafirlerimi. Onlarla konuştuğum ya da güldüğüm zaman hep fısıldıyorum. Bu,
benim daha küçükken bizi başkalarının da duyabileceği korkusundan edindiğim bir
alışkanlık. Kırmızı ve eflatun saçlı,
ayıcıktan sıkılmış olsalar gerek bir hikaye anlatmamı istiyorlar. Ben de yine
her zaman anlattığım öyküyü anlatmaya başlıyorum onlara, çünkü en sevdikleri o. İkisi de suratlarını avuçlarının arasına alıp
karşıma geçiyorlar. Başlıyorum: “ Çok büyük bir şehir varmış sadece
orada yaşayan insanların bildiği. Bunlar orda doğar, büyür, çalışır, yaşlanır
ve ölürlermiş, evreni sadece bu şehirden ibaret sanırlarmış. İşte burada yaşayan
Zoya adında bir kıza okulunun ilk günü, bilmediği bir
adresten mektup gelmiş, zarfını açarak hemen okumaya başlamış. Satırları
bitirdiğinde epey zaman kendine gelememiş, çünkü mektubu yazan kişi başka bir boyuttan,
onları kandırdıklarından ve aslında onun kendi kızları olduğundan bahsetmiş. 18
yaşına yeni giren Zoya mektupta yazılanlara inanmamayı tercih etmiş, ama her
geçen gün aklını kemirmiş okudukları. Nihayet aldığı mektuba bir cevap vermek
istemiş. Genç kız yazdığı mektupta
anlatılanlara inanmadığını, bu şehir dışında var olan tek yerin insanların öldükten
sonra bedenlerinin atıldığı “büyük delik” olduğunu belirtmiş.
Ölümden çok korkan şehirliler buraya kolay kolay yaklaşamazlarmış ve zaten
bölge de silahlı güçler tarafından çok sıkı kontrol altında tutulurmuş. Sonra da,
ailesinin ona yalan söylemediğine inandığını anlatmış ve mektubu geldiği adrese
göndermiş. Aradan geçen üç hafta boyunca hiçbir gelişme yaşamayan Zoya bu olayı
tamamen unutmuş. Ancak günün birinde, okuldan eve dönerken evlerinin kapısında tanımadığı
bir kadınla karşılaşmış. Yabancı, mektubu yazan kişi olduğunu, kızın kendisine
inanmadığı için tekrar yazmak yerine bizzat geldiğini ve her ne kadar inanılmaz
gelse de onun annesi olduğu söylemiş. Bu sözler karşısında ağlamaya başlayan ve
kadından çok sıcak duyguların aktığını hisseden Zoya, yabancıyı içeriye almış
ve onu yıllardır annesi bildiği kadınla tanıştırmış. Uzun konuşmalar sonucu
durum açıklığa kavuşmuş. Kızın, senelerdir annesi zannettiği kadın gerçeği
kabul etmiş; on yedi yıl önce Zoya’yı
“Büyük Delik”in yakınlarında, tek başına, yarı çıplak bir şekilde
emeklerken bulduklarını ve olmayan çocukları yerine koyduklarını
anlatmış. Aklı tamamen karışan kız gerçek annesi olduğunu iddia eden kadından
geldiği yeri ve onu aramak için neden bu kadar beklediklerini anlatmasını
istemiş. Kadın Zoya’ya Dünya diye bir yerden bahsetmeye başlamış. Duyduklarına ve bunca
yıldır kandırıldığına inanamayan kız, Dünya’dan gelen kadının onu bulmak için
çok uğraştığına ve bu kadar zamandır kendisini aramak dışında hiçbir şey
yapmadığına ikna olmuş sonunda. İki kadın Zoya’nın karşısında ağlarken kız, öz
annesine bu şehirden başka hiçbir yere gitmek istemediğini, onca yıldır
alıştığı her şeyi bir anda bırakamayacağını söylemiş. Ama kadın çok ısrar etmiş
ve kızını burada daha fazla bırakmamak konusundaki kararlılığını göstermiş. Ne
yapacağını bilemeyen Zoya, bir süreliğine gerçek annesinin bahsettiği Dünya
adlı yere gitmeyi kabul etmiş. Onların öldükten sonra gidilen yer olarak bildikleri “Büyük
Delik”in bulunduğu yere varmışlar. Annesi, oradaki askerlere buraya gelirken
durumu anlattığı ve ikna etmeyi başardığı için bir sorun çıkmamış. Meğerse kızın ve yaşadığı şehirdeki tüm
insanların “Büyük Delik” olarak bildiği bu karanlık yer, Dünya’nın başladığı ve
kızın hiç tahmin etmediği kadar güzel ve düşünemeyeceği kadar büyük bir yermiş.
“Büyük Delik”ten geçer geçmez yaşadığı şehri neredeyse tamamen unutmuş.”
Bu hikayeyi
her anlattığımda hikaye bittikten sonra bir süre bana bakmaya devam ederler
hep. Çünkü kendilerinin de bu boyuta geldiklerinde kafalarının çok karıştığını
ama çok hoşlandıklarını söylerler. Ama tabii onların buraya geliş sebepleri
dünyadan hoşlanmaları değil. Aslında ben de tam olarak bilmiyorum, asla kesin
cevap vermiyorlar. Sanırım yanıtı ancak o boyuta geçince öğrenebileceğim. Tabii
verdikleri sözü tutarlarsa. Bunu gerçekten istiyorum. Çünkü ben dünyaya ait
değilim. Burada doğmamın elbet bir sebebi vardır, belki de mavi gezegene çok
şeyleri değiştirecek bir çocuk bırakacağım. Beyaz saçlının anlattığına
bakılacak olursa bebeğim olunca ister istemez o boyuta geçeceğim zaten, burada
kalanlar benim öldüğümü düşünseler de.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder